-Doğayla Uyumlu Yaşamanın Toplumsal Hali-

“Pek çok yeşil tarafından geliştirilmiş 'Biz ne sağız ne de sol, öncüyüz' sloganı tarihsel olarak naif ve politik olarak ölümcüldür…Ekoloji tek başına, eleştirel toplumsal çerçevenin dışında, tehlikeli bir şekilde belirsizdir.”1

“İnsanlığı doğadan, hayatın bütünlüğünden ayırmanın onun kendi yıkımına ve ulusların yok oluşuna sebep olduğunu anlamış bulunuyoruz. İnsanlık ancak hayatın bütünüyle yeniden eklenmek suretiyle güçlü olabilir. İşte bu, çağımızın biyolojik yükümlülüklerinin temel direğidir. İnsanoğlu tek başına düşüncenin odağı olamaz artık, olsa olsa hayatın bütünüdür düşüncenin odağı… Hayatın bütünlüğü ile bağlantı kurmaya yönelik çabalar, içine doğduğumuz doğanın kendisi ile birlikte………………………… düşüncesinin en derin ve doğru özüdür.”2

Bir an durun ve yukarıdaki alıntıdaki boşluğu doldurun lütfen. Buraya daha sonra yeniden geleceğiz.

Hayır, Putin Ukrayna'yı "Nazilerden temizlemek" için savaş açmadı - ancak bu ülkenin karanlık aşırı sağ milisleri büyük sorun
YAZARLAR: MEDEA BENJAMIN - NICOLAS J.S. DAVIES

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna'nın işgalini hükümeti "Nazilerden temizlemek" için emrettiğini iddia ederken, ABD'nin eski Moskova büyükelçisi Michael McFaul gibi Batılı yetkililer bunu saf propaganda olarak nitelendirerek, "Ukrayna'da Nazi yok" diye ısrar etti.

Rus işgali bağlamında, 2014 sonrası Ukrayna hükümetinin aşırı sağ gruplar ve neo-Nazi partilerle sorunlu ilişkileri, Rusya'nın bunu bir savaş bahanesi olarak abartması ve Batı'nın bunu halının altına süpürmeye çalışmasıyla, propaganda savaşının her iki tarafında da kışkırtıcı bir unsur haline geldi.

GIDA EGEMENLİĞİ İÇİN ORTAK MÜCADELEMİZİN 25. YILINDA LA VİA CAMPESİNA’DAN RESMİ AÇIKLAMA

Gıda Egemenliği bir yaşam felsefesidir.

Ortak geleceğimiz için bir tahayyül sunar; Doğa Ana ile bir arada var olup günlük yaşamımızı etrafında düzenlediğimiz ilkeleri tanımlar. Yaşamın ve etrafımızdaki tüm çeşitliliğin kutlanmasıdır. Başımızın üstündeki gökyüzü, ayaklarımızın altındaki toprak, soluduğumuz hava, ormanlar, dağlar, vadiler, çiftlikler, okyanuslar, nehirler ve göletlerden oluşan evrenimizin her öğesini kucaklar. Bu evi bizimle paylaşan sekiz milyon tür arasındaki karşılıklı bağımlılığı tanır ve korur.

Bu kolektif bilgeliği, tarım toplumuna dönüştüğümüz dönem olan 10 bin yıl boyunca toprağı süren ve sularda bata çıka yürüyen bizden önceki nesillerden miras aldık. Gıda egemenliği adaleti, eşitliği, haysiyeti, kardeşliği ve dayanışmayı teşvik eder. Gıda egemenliği aynı zamanda sayısız nesle yayılan, her biri kendi nesline yeni bir şeyler öğreten, doğayla uyumlu bir biçimde yeni yöntem ve teknikler icat eden, yaşanmış gerçeklikler aracılığıyla inşa edilmiş bir yaşam bilimidir.

Akdeniz’deki yangınlarda yalnızca arılar değil, tozlaşmayı sağlayacak meyve sinekleri dahi yandı. Yerel biyoçeşitliliği geri getirmek için merkezi olana değil, yerel seslere kulak vermeliyiz.

Ağustos ayında birbirinin peşi sıra gelen yangınlar bölge insanını perişan etti. Gelecek yıllara hazırlanmak için tüm bunlardan hem doğa hem de canlılar adına ne dersler çıkarmalıyız, şimdi ona bakalım.

2019 yılında bir türlü söndürülemeyen ve tüm Avustralya kıtasını etkileyen yangınlarda oradaydım. Bazı günler adeta adanın tümü yanıyor, son dileklerimi yakınlarıma iletebilir miyim korkusunu yaşadığım günler olmuştu… Bu yaz Türkiye’de yaşadığımız yangınlar onunla kıyaslanır ölçüde değildi. Fakat her yangın başlı başına korkunçtur. Marmaris tarafında, yaşadığım yere yakın olan yangınlarda benzeri bir korku ve çaresizliği hissettim. Özellikle geceleri yanan canlıların et kokusunu duymak en kötüsüydü.

Son yıllarda dünyanın çevre felaketleriyle altüst olması nedeniyle insan merkezli yaşama Antroposen adı kondu. Ancak çoğu insanın ağzına pelesenk olmuş bir deyiş var; “Dünyayı bu duruma insanlar getirdi.” Her insanı aynı kefeye koyarak tüm insanlık dünyayı bu hale getirdi demek ne derece doğru? Bu durumda insanlı doğanın hepsi suçlu duruma düşmüyor mu? İnsansız olan doğa ise vahşi doğaydı.

Oysa bu işin iki yüzü var; bir yanda bilinçli olarak doğayı maddi kaynak deposu olarak gören kapitalist zihniyet. Diğer tarafta (azınlık da olsa) dünyayı tüm canlılar için yaşanılır kılmaya çalışan sorumluluk sahibi insanlar. Özellikle son yirmi yıldır, çevre avukatları, ekosid denilen doğa kıyımlarının uluslararası suç kapsamına alınması için çalışmalarını hızlandırdılar. Yaşayan ekosistemleri gerek zehirli atıklarla gerek orman katliamlarıyla yaşanmaz kılan eylemlere ekosid adı veriliyor.

Yazar: Erol Malçok

Günlerdir Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde çok büyük yangınlar var. Diğer ülkelerin çoğu, yangınlar üzerine komplo teorileri üretmek yerine yangınları nasıl söndüreceğine ve bir daha olmaması üzerine kafa yorarken, Türkiye yangını söndürmenin olanaklarını çoğaltmak yerine sürekli sabotaj teorileri üretiyor.

Örneğin yüzölçümü bizden çok daha küçük olan Yunanistan yangın söndürme uçağı sayısını 38’den 51 adede çıkartmış durumda. Bizdeki durumu ise hepiniz biliyorsunuz, sayının ne kadar yetersiz olduğu günlerdir tartışılıyor.

Yazar: Daniel Fischer

David Graeber,  babasının Anarşistlerin yönettiği Barselona'da bir Lincoln Tugayı gönüllüsü olarak anlattığı deneyimleri dinleyerek büyüdü, ardından ünlü bir antropolog ve organizatör oldu. Çok daha adil bir dünyanın mümkün olduğuna dair ömür boyu süren bir inanca göre yaşadı. Annesi kısa bir süre için sendika yapımı Broadway müzikali ‘Pins and Needles'ın baş şarkıcısı olmuştu. Babası ve annesi, raflarını radikal olasılıklar hakkında kitaplarla dolduran Yahudi işçi kitap kurtlarıydı. 1961 doğumlu Graeber şöyle hatırlıyordu:

“Çocukluk yıllarımda evde çok kitap vardı, ama neredeyse hiç eleştirel kitap yoktu. Demek istediğim, eminim ebeveynlerimde Kapital vardı, en azından birinci cildi, ama dünyanın ne kadar korkunç olduğu hakkında çok az kitapları vardı. Çok sayıda bilimkurgu, çok fazla tarih ve bol miktarda antropoloji kitabı vardı. Bence şöyle düşünüyorlardı: 'Dokuzdan beşe kadar çalışarak bu sistemin kendim için ne kadar berbat olduğunu deneyimliyorum; bunu okumama gerek yok; varolmanın diğer yollarının nasıl olabileceğini okumak istiyorum.'"

Koronavirüs tüm dünyayı etkiliyor ve herkes kaygı içinde. Bu kaygıyı anlamamak mümkün değil, ama kaygının yalnız sağlıkla ilgili olmadığını çok boyutlu bir krizle karşı karşıya olduğumuzu da saptamak gerekiyor. Eve kapanmak durumunda olan insanlar yalnız virüs kapıp hastalanmaktan değil, hatta daha çok gelecekten kaygılanıyorlar.

Dolayısıyla hem bireysel perspektifle hem toplumsal mücadele açısından bu çok boyutlu krizler yumağını anlamak önemli. Bu yazıda iç içe geçen bu krizleri küresel bağlamda birbirleriyle bağlantıları içinde ele almaya çalışacağım. 

Pandemi nedeniyle yakın gelecekte hükümetlerin ve toplumların alacağı kararlar geleceğimizi belirleyecek. Bu, yalnızca düşük karbonlu yaşamlar yaratmaktan daha öte bir şey olmalı: Sosyal adaletin her alanına ışık tutabilecek türden…

Yıllardır ekoloji ve toplumun işleyişine kafa yoran biri olarak ben de “insan doğanın parçası olmayı bilmezse doğa ne yapacağını bilir” diyenlerdenim. Son zamanlarda daha da sıklaşarak doğanın kendi iç döngüleriyle yarattığı dinamikler, insanın doğa üzerindeki egemenliğine büyük ya da küçük ölçekte ‘dur’ diyor. İklim krizi nedeniyle ekstrem kuraklık, sel felaketi vb olaylar kitlesel zorunlu iklim göçlerine neden olmaya başladı. Ancak koronavirüs pandemisi şimdi bize küresel ölçekte başka şeyler söylüyor.

Endüstriyel gıdanın yetişme boyutunda kimyasallar; sosyal boyutunda ise tarım işçilerinin ağır çalışma koşulları, sosyal hakları, sendikasız mevsimlik tarım işçileri, çocuk işçiler, onların yaşam koşulları gibi adaletsiz üretim ilişkiler ağı gibi konular var. ‘Ne Yersen Osun’ konusuna sadece gıdaların içindeki zehirler değil; adaletsiz üretim ağları içinden yükselen ‘ahhh’ lar da dahil…