12 Eylül 2010 tarihinden sonra AKP hükümetinin “ileri demokrasi” söylemi ile siyasal ve toplumsal yaşamı kuşattığı  bir ortamda  güllük gülistanlık yaşıyorken Trabzon Tabiatı Koruma Kurulunca İkizdere’nin doğal sit alanı ilan edildiğini öğreniverdik. Ardından büyü bozuldu, pandoranın kutusu açıldı.  Türkiye’de 1600’e yakın HES kurulmasının planlayan hükümetin Başbakanı “bu çevreciler önümüzü kesiyorlar”, dedi. Çevre ve Orman Bakanı da HES karşıtlarını vatan hainliğiyle suçlamaktan geri kalmadı. Ve yıldırım hızıyla AB uyum yasaları çerçevesinde biyoçeşitliliği koruma iddiasıyla ve devlet aklının o ünlü zihniyetini hatırlatırcasına,“Tabiatı ve biyoçeşitliliği koruma kanunu tasarısı” meclise getirildi. O devlet zihniyeti değil miydi ki “bu ülkeye komünizim gelecekse onu da biz getiririz” diyen. Şimdi de o devlet aklına savaş açtığını iddia eden  bir siyasi iktidarın aynı saikle ve zihniyetle “bu ülküde doğayı korumak gerekirse onu da biz koruruz” dediğini duyuyoruz. Üstelik eleştirdiklerini söyledikleri zihniyetin üstten, seçkinci ve otoriter diliyle. Aslında bu yasa tasarısı AKP zihniyetinin devlet aklıyla nasıl da hemhal olduğunun alameti farikası gibidir. Ne demek istediğimi açmaya çalışayım.

Bu bağlamda halen yürürlükte olan 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ve ilgili yönetmeliği ( 12.01.2005, Resmi Gazete Sayısı: 25698) ile AKP hükümetinin “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”nı  karşılaştırmalı olarak değerlendirerek tartışmak yerinde olacaktır.

Kanun tasarısının ne getirdiğini daha iyi anlayabilmek için şu anda yürürlükte olan 2863 sayılı Kanunda işlerin nasıl yürüdüğüne bir göz atalım:
Adı geçen 2863 sayılı Kanuna göre hali hazırda iki kurul mevcut, biri “Koruma Yüksek Kurulu” diğeri ise “Koruma Bölge Kurulları”. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, 16 üyeden oluşmaktadır. 16 üye içerisinden sadece 6 üye koruma bölge kurulu başkanlarından Bakanlıkça seçilmektedir. Çoğunluk ise Bakanlık Müsteşarı,  Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, Bakanlığın ilgili Müsteşar Yardımcısı gibi bakanlık bürokratlarından oluşmuş bir kuruldur. ( Madde 6) Bürokrat ağırlıklı olmasına karşın Koruma Yüksek Kurulunun görev ve yetkileri ise genel olarak ;  “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonuyla ilgili işlerde uygulanacak  ilkeleri belirlemek, Koruma bölge kurulları arasında gerekli koordinasyonu sağlamak,  Koruma bölge kurullarınca alınan kararlar nedeniyle  uygulamada doğan genel sorunları değerlendirerek görüş vermek suretiyle, Bakanlığa yardımcı olmak”, gibi temel olarak koordinasyon görevi ile sınırlandırılmıştır. (Madde 7)

Böylelikle aslında halen yürürlükte olan kanundaki Koruma Yüksek Kurulunun asli görevi korunan alanlarda verilecek izinler, tesis edilecek intifa ve irtifak hakları hakkında “karar almak” değil, bölge kurullarının uygulayacağı ilkeleri belirlemek ve bölge kurulları arasındaki koordinasyonu sağlamaktır.  Ayrıca Koruma Yüksek Kurulunun toplantıya katılan üyelerin en az dörtte üçünün oyları ile karar aldığının da altını çizmek gerekir.(Madde 8)


Öte yandan Koruma Bölge Kurulları ise asıl “karar alıcı” mercilerdir.  Bu kurullar; Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimarlık ve şehir planlama dallarında uzmanlaşmış kişilerden Bakanlıkça seçilecek beş temsilci ve koruma bölge kurulunun ihtiyacına göre Bakanlıkça talep edilecek dallardan Yükseköğretim Kurulunca seçilecek iki öğretim üyesinin yanı sıra görüşülecek konuyla ilgili olarak Büyükşehirlerde Büyükşehir belediye başkanı veya teknik temsilcisi ile ilgili ilçe veya ilk kademe belediyesi başkanı veya teknik temsilcisi, belediye sınırları dışında ise ilgili valilikçe seçilecek teknik temsilci, ve görüşülecek konu ile ilgili bakanlığın konuyla ilgili teknik temsilcisinden oluşuyor. Bakanlık personeli üye seçilemez. Seçilecek üyenin koruma konusunda ve alanında uzman kişiler olması tercih edilir. (Madde 9)

Görüldüğü gibi hali hazırdaki asıl karar alıcı merci olan “Koruma bölge kurulları” her ne kadar Bakanlık tarafından seçilse de ağırlıklı olarak bilim ve sanat çevresinden alanında uzman kişilerden oluşturulmaya çalışılmıştır. 

Şimdi de AKP nin önerdiği “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” nın nasıl bir yapı tasarladığına bakabiliriz. AKP nin kanun tasarısında da biri “Ulusal biyolojik çeşitlilik kurulu” diğeri ise “Mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları” olmak üzere iki kurulu görüyoruz.

“Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu” üyelerinin oluşumu açısından hali hazırda yürürlükte olan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu”nun yerine getiriliyor. Zira her ikisinin de üyeleri ağırlıklı olarak bakanlıkların ya da genel müdürlüklerin bürokratlarından oluşuyor. Kurulun 20 üyesinin sadece dördü çevre ekolojisi ve biyolojik çeşitlilikle ilgili akademik temsilci, ikisi de doğa koruma alanında faaliyet gösteren Bakanlıkça belirlenecek sivil toplum kuruluşlarından gelecek temsilcilerden oluşuyor.

Üyelerin bileşenleri açısından ortada olan bu benzerlik kurulların görev ve yetkilerini de içermiş olsaydı bu benzerlik üzerinde durmamızın bir kıymeti harbiyesi olmazdı. Oysa hali hazırda yürürlükte olan yasadaki Koruma yüksek kurulunun yetkileri daha çok “koordinasyon” ve “kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve restorasyonuyla ilgili işlerde uygulanacak  ilkeleri belirlemek” iken yani asıl olarak “karar alıcı merci değilken”; ön görülen “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu” asıl karar alıcı merci konumundadır.

Üstelik kanun tasarısındaki kurul  salt çoğunlukla toplanıp, toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğuyla karar almaktadır. (madde 6) Oysa hali hazırdaki 2863 sayılı yasada karar alabilmek için dörtte üçlük bir çoğunluk gerekiyor.

Açıkça görülmektedir ki hali hazırda yürürlükte olan yasadaki asıl karar alıcı merci olan ve bilim-sanat çevrelerinden uzman kişilerce oluşturulmuş Bölge Koruma Kurulları’nın yetki ve görevleri Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu vasıtasıyla merkezi bürokratik elitin ve hükümetin bakanlıklarının eline verilmek istenmektedir.

Öte yandan yereldeki “temel karar alıcı merci” konumundaki Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları yerine tasarıda “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kuruluna gerekli mahalli çalışmaları yapmak ve uzun devreli gelişme planının hazırlanmasına ve uygulanmasına katkıda bulunmak üzere “Mahalli biyolojik çeşitlilik kurulları” oluşturulmaktadır.”(madde 7). Hali hazırda yürürlükte olan kanundaki Bölge Koruma Kurulları asıl karar alıcı merci iken,  yerelde oluşturulması ön görülen mahalli kurulların kesinlikle karar alma yetkisinin olmadığı görülmektedir.

Tasarıda “Korunan alanlarda, uzun devreli gelişme planına uygun olarak bu Kanuna göre verilecek her türlü izinde Bakanlık görevli ve yetkili” kılınmış olup izne ilişkin uygulamalar yine Bakanlıkça denetlenmektedir.”(madde 15)  Ayrıca aynı madde de  “Tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma sahaları, gen koruma alanlarında ve korunan alanların mutlak koruma bölgelerinde hiçbir kullanıma izin verilemez, intifa ve irtifak hakkı tesis edilemez.” dendikten sonra “Ancak, bu alanlarda ülke düzeyinde, üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren kullanma izni, intifa ve irtifak hakkı Bakanlar Kurulu kararı”na bağlanmıştır.  Buradan açıkça anlaşılacağı gibi korunan alanlarda verilecek izinler, tesis edilecek intifa ve irtifak hakları yani kısacası tabiat ve kültür varlıklarını koruma, kollama ya da satışa çıkarma, kiralama gibi her türlü karar merkezi hükümete bırakılmıştır.

Tüm bunlar yetmemiş gibi tasarının geçici 2.maddesinin birinci fıkrasında “2863 sayılı Kanun kapsamında tescili yapılmış doğal sit ve tabiat varlıkları Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu tarafından değerlendirilir ve bu kanunda düzenlenen koruma statüsü özelliklerini taşıyanlara uygun koruma statüsü verilir, özellikleri taşımayanların ise mevcut statüleri sona erer.”  denmektedir. Bu “geçici madde” daha önceden tescili yapılmış doğal sit veya tabiat varlıklarını yok saymakta ve yeniden değerlendirileceğini hükme bağlamaktadır. Eğer tasarı kanunlaşırsa “doğal sit alanı” kavramı ortadan kaldırılacaktır. Böylece  1600 üstünde Hidroelektirik Santrali projesinin yanında, Kaz dağlarındaki altın ocağı ve nükleer enerji santrallerinin kurulmasının önünde hiçbir engel kalmayacak ve büyük bir hızla Türkiye toprakları devasa bir şantiyeye dönüşecektir.

Yukarıda da açıkça görülebileceği gibi AKP hükümetinin kanun tasarısı Biyoçeşitliliği ve Tabiatı koruma kisvesi altında doğayı ve doğal yaşamı piyasanın insafına terk etmektedir. Öte yandan bu yasa tasarısı kanımca AKP nin farklılıklara tahammül etmeyen, anti demokratik ve totaliter zihin dünyasını da ifşa etmektedir.

*Bu yazı Bianet’ te yayınlanmıştır (09 Kasım 2010).