İktidarın nasıl kavramsallaştırılacağı ve nasıl anlaşılması gerektiği yönünde pek çok görüşün olduğu aşikâr. Özellikle toplumsal politik hareketler açısından iktidar mevzuu ne yazık ki çoğu kez üstün körü düşüncelerle geçiştirilmekte. Oysa toplumsal politik bir hareketin iktidarı nasıl kavramsallaştırdığı ve onu nasıl ele aldığı kelimenin gerçek anlamıyla “hayati” bir meseledir. Zira iktidara ve iktidar ilişkilerine bakışımız nasıl bir toplumda ve dünyada yaşamak istediğimiz ile doğrudan ilişkilidir. Bu kısa yazıda Bookchin’in oluşturduğu toplumsal ekoloji/komünalizm perspektifinden iktidar anlayışını ele almaya çalışacağım.(1)

 

Önce iktidar kavramının nasıl tanımlandığına bakalım. Spinoza’ dan bu yana iktidar kavramı genellikle potestas ile potentia tanımlamalarının etkisinde kalmıştır.

Spinozaya göre potentia (power to do), bir kişinin bir şeyi yapabilme kudretini, yeteneğini vurgularken, potestas (power over), güçlü olanın başka birine ya da birilerine uyguladığı baskıyı, zorlamayı vurgular. Potentia, iktidarın kişiye yüklediği olumlu, özgürleştirici yapabilme-eyleyebilme yetisi ile tanımlanırken; potestas bir kişinin ya da birilerinin ötekiler üzerinde güç uygulaması, baskı uygulaması ile tanımlanır.  Böylece iktidar kavramı bir janus başı olarak tarif edilir. Bir yanında olumlu-iyi ve özgürleştirici özellikleriyle potentia, öteki tarafta olumsuz-kötü ve köleleştirici özelikleriyle potestas. (2)

Spinoza’nın kavramsallaştırmasını kullanırsak potestas, iktidarın özgürleştici yönünün ve potansiyelinin üstünü kara bir gölge gibi örtülmesine neden olur. Daha da önemlisi  potestas’ın, aslında özgürleştirici iktidar kavramının yani potentia’nın sadece “bir olasılığı” olduğu gerçeğini gözden saklayıverir. Zira bireysel ya da kolektif olarak bir şeyler yapabilme-eyleyebilme gücü, kudreti ve yeteneği olarak iktidar (potentia) olmadan, bu iktidarın başkaları üzerinde tahakküm ilişkisi kurması (potestas) mümkün değildir. Bir şeyler yapma gücüne ve kudretine sahip olmayan hiç kimse ya da kurum başkalarına karşı tahakküm kuramaz.


Spinoza’nın iktidar dikotomisinin iktidar üzerine yazan ve düşünen pek çok kişinin düşünceleri üzerinde çok büyük etkisinin olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. (3)

Oysa bu iki kavram, sömürünün ve tahakkümün hüküm sürdüğü günümüz toplumunda iktidarı anlamak için yararlı olabilirse de; özgür ve demokratik bir toplumda iktidarın nasıl uygulanacağı konusunda bize pek bir fikir vermez. Zira iktidarın uygulanması her daim zor ve baskı içermek zorunda değildir.   

Ne yazık ki iktidarı bu şekilde bir dikotomi olarak kavramsallaştırmak iktidarın toplumsal köklerinden koparılmasına neden olur. Öte yandan her türlü iktidarı aynı kefeye koyup şeytanlaştırır. Devletin, ulusal ya da  çok uluslu şirketlerin ve sermaye baronlarının, ya da diktatörlerin ellerinde merkezileşmiş olan iktidar ile tarihte kısa bir zaman diliminde de olsa yaşanmış olan sovyetler, mahalle meclisleri, halk meclisleri, Çiapas dağlarında günümüzde Zapatistaların oluşturduğu doğrudan demokrasi uygulamaları gibi özgürlükçü ve demokratik iktidar biçimleri arasındaki farkı önemsizleştirir.

Tahakküm olarak iktidar, yani merkezi iktidar, toplumun dışında ve ötesinde oluşmuş iktidar, bir şeyleri yapabilme gücünün sadece bir olasılığı ise tahakküm ilişkisi oluşturmayan özgürleştirici bir ilişki tarzı olarak iktidar ilişkisinden bahsedemeyeceğimizi söyleyebilir miyiz? Elbette hayır. Öyleyse, komünal, işbirliğine dayalı özgür bir toplumda hangi toplumsal ilişkiler ve kurumlar özgürlükçü ve demokratik bir iktidar ilişkisini  besleyip geliştirebilir?  

Bu sorular üzerinde düşünmeden önce iktidarın kavramsallaştırılmasında katkısı olan bir diğer meseleyi ele almaya çalışacağım. Devlet-idaresi (statecraft) ile politikanın; devlet ile yönetim biçiminin çoğunlukla birbirleriyle karıştırılması mevzuu. Çoğu yerde bu kavram/lar aralarında bir fark yokmuş gibi birbirlerinin yerine kullanılır.

Devlet yönetimi, politika ve iktidar

Siyasal antropolojik çalışmalarında Pierre Clastres(4), toplumları devletli-devletsiz toplumlar olarak en genel şekliyle iki kategoriye ayırır. Clastres’a göre devletsiz toplumlar olan organik toplumlarda iktidar mercii toplumun dışında ayrı bir yerde değildir. Yani iktidar bizatihi toplumsal alan içine gömülmüştür ve o topluluğun ya da toplumun üyeleri tarafından kullanılır. Toplumun dışında ve ötesinde toplumdan ayrı olarak iktidarın oluşumunun temelinde, büyük adamlar, yaşlılar ve şamanların işbirliği ile oluşturdukları kurumsal yapılar vardır.

Dolayısıyla merkezileşmiş iktidar aslında iktidarın ve gücün bireylerden alınıp toplumun ötesinde bir yerde kristalleşmesi ile oluşur. “İktidarı”, der Clastres “bireyler kullanmazlarsa başkaları onlar adına bu gücü alıp kullanır.”

Toplumsal ekolojik bakış açısından ise Devlet yönetimi (statecraft); devletin kurumların ve bu kurumların himayesinde yaşayan insanların ve halkların, “profesyonel” olarak yönetme işiyle uğraşan– seçilmiş ya da atanmış – kişiler tarafından yönetilmesi-idare edilmesi- anlamındadır. “Politika” ise -antik Yunan’daki anlamına sadık kalarak- insanların birey – yurttaş – olarak kendi kurdukları halk meclislerinde ya da yapılarda doğrudan kendi hayatları ve toplumsal meselelerde söz sahibi oldukları bir eylem biçimi, yaşam alanı ve tarzıdır.(5)

Bu ayrımda, “devlet yönetimi” nde, bugün “politikacı” olarak bilinen seçilmiş ya da atanmışların oluşturduğu bir yapı ile genel olarak yönetilen ve edilgen olan bir kitle göze çarpar. “Politika” da ise katılım ve doğrudan eylem ile hayatına doğrudan müdahale edebilen etkin insan –yurttaş- öne çıkar. Bu iki durum birbirleriyle uzlaşmaz şekilde karşı karşıyadır. Devlet yönetimi merkeziyetçi, otoriter, oligarşik ya da monarşik, hiyerarşik, seçkinci, iktidarı/gücü bir elde toplayan ve temsili öğeler ile beslenirken; politika, demokratik, özgürlükçü, hiyerarşik olmayan, iktidarı/gücü dağıtan ve yayan duyarlılıklardan beslenir. Devlet yönetiminde yurttaş bir seçmene ve vergi mükellefine indirgenirken aslında özgürlüğü sadece seçimlerde hatırlanan ve sandığa oyunu attığı andan itibaren özgürlüğü “buharlaşan” edilgen bir seçmene indirgenir. Politikada ise her insan, hayatında ve toplum yaşamında söz sahibi olan, hayatını yönetebilecek potansiyeli olan aktif bir yurttaş olarak belirir.



Her devletin bir yönetimi vardır; ancak her yönetim devlet değildir.

Benzer şekilde Bookchin devlet ile yönetimin de birbirinden kesinkes ayrılması gerektiğini vurgular. Bookchin’e göre her devlet bir yönetim biçimidir. Ancak her yönetimin devlet olduğunu iddia etmek doğru değildir. İnsanlar toplumsal varlıklar olduğundan her toplumun üyelerinin her birinin çıkarlarını ve ihtiyaçlarını düzenleyecekleri, bir arada yaşamalarını sağlayacak toplumsal ve ekonomik kurumlara ve bir yönetime ihtiyacı vardır. Bu yönetim diktatörlük olabileceği gibi, monarşi ya da   cumhuriyetçi bir devlet de olabilir. Öte yandan bu yönetim biçimi demokratik ve özgürlükçü bir şekilde de oluşturulabilir.

Hangi yönetim biçimleri devlet değildir? dedikten sonra Bookchin kabile konseylerinin, kasaba toplantılarının, işçi komitelerinin, sovyetlerin, halk meclislerinin ve benzeri yönetim biçimlerinin farklı şekilde adlandırılsada gerçekte devlet olmayan özgürlükçü yönetim biçimlerine örnek olduğunu ifade eder. (6)  

Buna karşılık bir devlet  halkın çoğunluğu pahasına imtiyazlı ve genellikle varlıklı sınıfın çıkarlarına hizmet etmek için organize edilmiş bir yönetim biçimidir. Devletin bu tarihi yükselişi yönetim biçimini sosyal gelişim için çok tehlikeli ve kötü bir şekle dönüştürmüştür. Böylece devlet sadece bir yönetim biçimi olmanın ötesinde
Bookchin’in ifadesini ödünç alırsak “profesyonel bir zor kullanma sistemidir”. Devlet emir-komuta-itaat sisteminin sıradan insanlar ve toplumsal hayat üzerinde merkezileşerek kristalleştiği bir toplumsal denetim biçiminin kurumsallaşmış halidir. Devlet sıradan yurttaşların yaşamları üzerindeki denetim güçlerini ve kelimenin gerçek anlamıyla yurttaşların “iktidarını” soğuran ve gündelik yaşamdaki etkilerini yok ederek kendilerine ve yaşama karşı yabancılaştıran; bunu yaparken arkasına bir şiddet tekeli de alan devasa bir mekanizmadır.


Bu minvalde toplumsal ekoloji ile anarşizmin ve geleneksel marksizmin arasındaki uyuşmazlık ortaya çıkıverir.  Gerek anarşizm gerekse Marksist gelenek genellikle devlet-yönetimi ile politikayı; devlet ile her türlü yönetimi birbirinin yerine kullanma eğilimindedir.
    Örneğin genellikle anarşizm her yönetim biçiminin bir devlet olduğu fikrini paylaşır. O yüzden anarşistler her yönetimi doğası gereği “kötü” olarak kabul ederler. Dolayısıyla her türlü “iktidar”, özgür yurttaşların oluşturduğu özgürlükçü toplumda dahi olsa istenmez, şeytani bir kötülük olarak kabul edilir. Çoğu Ortodoks Marksist ise devleti ele geçirmeyi asli amaç olarak kabul etme eğilimindedir.

Oysa Toplumsal Ekoloji devlet yönetimi ile politikayı birbirinden kesin olarak ayırır. Ve devlet olsun ya da  olmasın her yönetim biçiminin, öz yönetim de dahil, bir iktidar ilişkisi ile oluşturulduğunu kabul eder. Buna karşılık her yönetim biçiminin zorunlu olarak devlet olduğu fikrini reddeder. Toplumsal Ekoloji kurumsallaşmış hiyerarşi ve tahakküme karşı olduğu için her türlü devlet yapılanmasına da karşıdır.

Toplumsal ekoloji’ye göre iktidar meselesi kökleri toplumsal ilişkilerde yatan tamamıyla toplumsal bir meseledir. Toplumsal ekoloji’ ye göre iktidar bir kişide, zümrede, partide ya da devlette toplanmayıp, yurttaşların elinde olmalıdır. O yüzden Toplumsal ekoloji insanların yurttaşlar olarak kendi kendilerine kararlar alabilecek  potansiyele sahip oldukları inancını taşır. Yurttaşların bu potansiyellerinin gerçekleştirebilmelerine yardımcı olacak toplumsal-politik kurumlar oluşturulmasının önemini vurgular.  Bu kurumlar yoluyla her yurttaş politik karar alma sürecine dahil olur ve bireysel ve politik varlığını geliştirir.(7)

Öte yandan iktidarın hiçbir şekilde delege edilmemesi gerektiğini savunur. Bu açıdan temsili-demokrasiyi bir oksimoron olarak kabul eder.  Onun yerine siyasi ve toplumsal bir proje olarak doğrudan demokrasinin geliştirilmesini önerir.(8)


Bireye- yurttaşa olan bu inancın yanında toplumsal ekoloji, iktidarın merkezileşmesinin mutlaka denetlenmesi-engellenmesi gerektiğini ve yurttaşların bu konuda devamlı uyanık olması gerektiğini hatırlatır. Bu açıdan geri çağırma ilkesi, rotasyon vb gibi kurumlar ve yöntemler önerir.

Anarşizm iktidarın ele geçirilmemesi gerektiğini, tamamıyla ortadan kardırılması gerektiğini, yok edilmesini savunurken; toplumsal ekolojiye göre iktidar, toplumsal ilişkilerde daima var olduğu için, iktidarın merkezileşmesinin ve toplumun dışında ve ötesinde var olmasının ortadan kaldırılmasını ve özgürlükçü bir toplumda yurttaşlara eşit bir şekilde yayılmasını savunur.  Toplumsal ekolojiye göre iktidarı tamamen ortadan kaldırmayı düşünmek, Bookchin’in deyimini ödünç alırsak “yer çekimini” ortadan kaldırmayı düşünmek kadar saçmadır.

Bookchin, “Anarşizm ve İspanya devriminde iktidar sorunu” adlı makalesinde(9), anarşizmin iktidar sorununu ele alışının trajik sonucu olarak 1936 Temmuz ayındaki İspanyol devrimi örneğinden bahseder. Katalonya bölgesinin İspanyol devrimcilerin denetimine geçtiği temmuz ayında, devrimciler burjuva devlet makinesini parçalamış ve kendi yaratmış oldukları yeni kurumlarıyla kamusal ve ekonomik ilişkileri doğrudan kendi denetimlerine almışlardı.  “Açıkçası onlar”, der Bookchin, “iktidarı ellerine almışlardı.” 23 Temmuzda CNT’nin Katalan büyük genel kurul toplantısında, işçiler ellerindeki bu muazzam kontrol gücüyle ne yapacaklarına karar vermek için toplandılar. Toplantı sonucunda CNT genel kurulu hâlihazırda zaten elinde olan siyasi iktidarı reddetti.
“Eğer CNT liderliğinin bu hatasından öğreneceğimiz bir şey varsa,” der Bookchin, “o da iktidarın ortadan kaldırılamayacağıdır, o daima toplumsal ve siyasal yaşamın belirleyici bir niteliğidir. Kitlelerin ellerinde olmayan iktidar kaçınılmaz olarak onları baskı altında tutanların ellerine düşecektir. Onu içine tıkacağımız ne bir gömme dolap, ne onu buharlaştırabilecek büyü töreni, ne onu yollayabileceğimiz insanüstü bir yer vardır- ve ne de onu ahlaki ve mistik sihirli sözlerle gözden kaybedecek basitleştirici bir ideoloji. Kendi-tarzlarındaki radikaller, CNT liderlerinin Temmuz 1936′da yaptığı gibi, onu ihmal etmeyi deneyebilir, fakat o her toplantıda saklı kalacak, halk etkinliklerinde gizlenmiş olarak yer alacak ve her toparlanmada ortaya çıkacak ve yeniden ortaya çıkacaktır.”

Öte yandan Marksizm içinde ciddi bir devletçi damarın var olduğunu söylemek mümkündür. Geleneksel Marksizm’ in merkezileşmiş iktidar ile pek sorunu yoktur. O daha çok merkezileşmiş iktidar olarak devleti ele geçirilmesi gereken bir araç olarak kabul ede-gelmiştir. Hatta Kovel eko-sosyalizm anlayışını detaylandırırken devleti ele geçirmenin stratejik bir amaç olduğundan bahseder.(10)

Buna karşılık Holloway’in iktidara bakışı(11)  geleneksel Marksizm ile uyuşmazlık içindedir. Zira Holloway devlet iktidarının alınmasına karşı çıkar. Ancak bu karşı çıkışı temellendirirken Holloway, politika ile devlet yönetimi arasındaki farkı görmezden gelir. Ona göre her iktidar aslında devlet iktidarıdır. Diğer bir deyişle merkezi iktidardır. Her ne kadar Spinoza’nın bireysel bakışını paylaşmasa da iktidar kavramı üzerindeki dikotomisini paylaşır.  Spinoza’nın potestas ile potentia kavramlarını yapma gücü (power to do) ve yaptırma gücü (power over) ile karşılar. Buna karşılık yaptırma gücünü her daim kötü olarak kabul edip iktidar olarak tanımlarken; yapma gücünü iktidar olarak tanımlamaz.
Holloway’in yukarıda bahsettiğimiz gibi, politika ile devlet yönetimi arasında bir ayrım yapmadığını görürüz. Bu yönüyle anarşizmin iktidar anlayışıyla benzerliği göze çarparken, toplumsal ekoloji/komünalizm ile farklılığı su yüzüne çıkar.
Öte yandan Holloway iktidar olmadan dünyayı değiştirmek için yapma gücüne vurgu yapar. Ve çığlığın, hayır demenin önemini belirtir. Ancak asıl soruya bir türlü gelemez ne yazık ki: Özgürlükçü ve demokratik bir toplumda yapma gücünü hangi kurumlar aracılığıyla, nasıl uygulayabiliriz? Kısacası Holloway bize, komünal, özgür ve demokratik bir toplumda politikayı ve iktidarı demokratik ve özgürlükçü bir tarzda nasıl yaratacağımız konusunda bir şey söylemez.(12)

Sonuç olarak, toplumsal ekoloji/komünalizm açısından iktidar sadece tinsel ya da psikolojik bir duygu değildir.  Somut ve canlı olarak yaşamın bizatihi içinde varolan toplumsal bir gerçekliktir. Bu şekilde de toplumsal olarak anlaşılmalıdır. Günümüzde kapitalizm tarafından uygulanan iktidar mekanizmaları merkezi iktidar olarak devletlerin, ulusal ve çokuluslu şirketlerin elinde değişik düzeylerde kurumsallaşmıştır. Ve bu iktidar ilişkileri ile sadece insanlar üzerinde değil dünyadaki diğer varlıklar üzerinde de sömürü ve tahakkümünü uygulamaktadır.  O yüzden özgür, ekolojik ve demokratik bir toplum idealini canlı tutmak istiyorsak iktidar meselesini her şeyden önce toplumsal bağlamda ele almalıyız. İktidarı toplumun ötesinde ve dışında değil, bizatihi özgür, demokratik, eşitlikçi bir tarzda toplumsal ilişkilerin içine nasıl gömebileceğimiz ve nasıl yaratabileceğimiz üzerine düşünmeli ve eylemeliyiz.

Bookchin’in de vurguladığı gibi; Toplumsal devrimciler, kendi görüş alanlarından iktidar sorununun çıkarmaksızın, iktidara nasıl somut bir kurumsal özgürleştirici biçim verecekleri problemine odaklanmak zorundadır. Bu soruya saygı duyarak sessiz kalmak ve günümüzün aşırı ısınmış kapitalist gelişmelerine uygun olmayan modası geçmiş ideolojilerin arkasına saklanmak, yalnızca devrim yapıyormuş gibi oynamaktır; hatta onu başarmak için ellerindekinin tümünü veren sayısız militanın hatırası ile dalga geçmektir.”(13)


Kaynaklar:

1) Toplumsal Ekoloji düşüncesini hakkıyla kavrayabilmek için lütfen Murray Bookchin’in  “Özgürlüğün Ekolojisi” (Sümer yay. 2013), “Toplumu Yeniden Kurmak”(Sümer yay. 2013), “Toplumsal Ekolojinin Felsefesi”(Kabalcı yayınevi 1996), “Kentsiz Kentleşme” (Sümer yay. 2014) adlı eserlerine bakınız. Ayrıca kısa bir derleme-değerlendirme için bakınız: Şadi İdem, “Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm”, Yeşil ve Siyaset içinde, ed. Orçun İmga, Hakan Olgun, Lotus yayınevi, 2012, Ankara. s 152-178.

2) Benedict de Spinoza, Tractatus Politicus in Benedict de Spinoza, The Political Works (Oxford: Clarendon Press, 1958 [1677]), p. 273.

3) Steven Lukes, Power: A Radical View (New York: Palgrave Macmillian, 2005, 2nd
edition)

4) Pierre Clasters, Vahşi Savaşçının Mutsuzluğu- Siyasal Antropoloji Araştırmaları, çev.: Alev Türker-Mehmet Sert, Ayrıntı yayınları 1992, s.104-126. Ayrıca Bakınız Pierre Clastres, Devlete Karşı Toplum, Ayrıntı Yay. 1991. Kuşkusuz bütün devletli toplumların birbirleriyle aynı olduğu anlamına gelmediğini vurguladıktan sonra “Devletin, der Clasters, “çeşitli tarihsel biçimleri tek bir tipe indirgenemez ve arkaik despotik devleti, liberal burjuva devleti ya da faşist ya da  komünist totaliter devleti birbiriyle karıştırmanın hiçbir gerekçesi olamaz. O halde, özellikle totaliter devletin radikal yeniliğini ve özgüllüğünü anlamayı önleyecek olan bu karıştırmadan kaçınmaya dikkat ederek, ortak bir özelliğin devletli toplumları blok halinde ilkel toplumlarla karşı karşıya getirdiği fikri savunulacak.”

5) Devlet yönetimi ile politika ayrımı için bakınız Murray Bookchin, “Kentsiz Kentleşme”, ayrıca Janet Biehl, “The Politics of Social Ecology- Libertarian Municipalism”, Black Rose Books, 1998.

6) Murray Bookchin, “Anarchism, Power, and Government”, http://new-compass.net/articles/anarchism-power-and-government

7) Atinalıların Paideia olarak tanımladıkları, sıradan pasif bireylerin aktif katılımcı yurttaşlara dönüştürmek amacıyla oluşturulan eğitim süreci açısından bakınız: Janet Biehl, age, özellikle chapter 9, The formation of citizenship, s.83-92.

 8) Murray Bookchin, “Communalism Project”, Communalism: International Journal for Rational Society (November 2002), Bu makale ilk hali ile Türkçede “Komünalist Karar Anı” başlığında yayınlandı Toplumsal Ekoloji (Bahar 2002 sayı 1) bkz. www.ekoloji.org/ . Ardından İngilizcede bazı değişikliklerle tekrar yayınlandı. Ayrıca Qijikareş Dergisinde yeniden çevrildi. (http://qijikares.blogspot.com/2011/06/komunalist-proje-murray-bookchin.html).

9) Murray Bookchin, “Communalism Project”,içinde ek olarak yayımlanmıştır.

10) Joel Kovel, Doğanın Düşmanı: Kapitalizmin sonu mu, dünyanın sonu mu?, Metis yay.,2004, çev.: Gürol Koca, özellikle s.308. Ayrıca bu konuya daha detaylı olarak ele aldığım bir makalem için bakınız; Şadi İdem, “Ekososyalizmin Janus Başı ve Hayat-Memat Meselesi”, Üç Ekoloji, sayı 8.

11) John Holloway, İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, çev: Pelin Siral, İletişim yay. 2003

12) Sveinung Legard, “Change the World by Taking Power”, Communalism, sayı 2, 2010.