Burjuvalar, bilimi ve üretim tekniklerini sahiplenerek imparatorlukları parçalayıp ulus devletler inşa ederlerken; temsili demokrasi ve buna bağlı olarak parlamentoyu koydular kitlelerin önüne. Milliyetçiliği ise ulus devlet dini olarak pazarlamayı başardılar. Öyle ki, zamanla semavi dinler yetmiyormuş gibi, milliyetçilik ulus devletlerin en güçlü dini haline getirildi.

 Marksist sol ise, komünizm adına proletarya diktatörlüğü söylemi hariç herhangi bir proje üretmeden proletarya kanalı ile burjuvazinin devletini ele geçirerek komünizmin inşa edilebileceğini öne sürdü. Komünizme geçildiğinde devlet sönümlenecekti. Bunları öne sürdü, ama devletlerin sönümlenmesi, sınırların kaldırılması neticesinde kentler, kasabalar, köyler nasıl yönetilecek? Üretim dağıtım, paylaşım nasıl ve kimler tarafından planlanacak? dünya bir merkezden mi yönetilecek? (Ki, bunu iddia edenler var.) Yanı sıra proletarya haricindeki sınıf ve katmanlar komünizm inşasında yer almayacaklar mı? Bu sınıflar proletaryaya mı tabi olacaklar? Proletarya diktatörlüğü sürecinde zorla mı komünist yapılacaklar? Hatta Marks “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor” derken, Dünya’nın diğer bölgelerinde ne kapitalizm ne de proletarya mevcut değildi. O bölgeleri de zorla komünist mi yapacaklardı? Çünkü beklenti, Avrupa devriminin dünyayı da komünistleştirebileceği idi.

Bu ve benzeri sorular bir yana, Marks’tan da katı, hatta sağ sapma bir devletçiliği benimseyen Lenin’in partisinin ve reel solun, (ki, Marks komünizm öncesi sosyalist bir devletten söz etmemişti) 1917 Ekiminden 1991 çöküşüne kadar dünyanın beşte ikisindeki burjuva ulus devletlerini yönetmelerine karşın; sönümlemek şöyle dursun, ele geçirdikleri devletleri daha da güçlendirerek, bürokratik devlet kapitalizmi inşa etmek zorunda kalarak, kaçınılmaz çöküşü yaşadılar.


DEMOKRATİK SOSYALİZM KURULSAYDI ÇÖKMEDEN SÖNÜMLENEBİLİR MİYDİ?

Sol, çöküş yerine “yenilgi” dediği için “sosyalizm demokratik olsaydı yenilgi yaşanmazdı” diyerek “demokratik sosyalizm projeleri geliştirmeye kalktı. Oysa reel sosyalizmler demokratik olsalardı da devlet sönümlenemez, komünizm yine kurulamazdı. Zira diğer sol partilerle iktidar yarışına girileceğinden devletin sürekli el değiştirmesi ihtimali nedeniyle sönümlenemezdi. Burjuvalar kadar demokrat olup, burjuva partilerine de olanak tanısalar hiç sönümlenemezdi. Kısacası, tek partili rejimlerin tamamının giderek tek adam diktatörlükleri yaşatmak zorunda oldukları gibi, Leninci sosyalizmler de kaçınılmaz olarak tek adam rejimlerine evrilerek, bürokratik devlet kapitalizmlerine dönüşerek çöktüler.

Anarşistlere gelirsek; anarşistler her ne kadar ulus devletin federasyon ve konfederasyonlar şeklinde parçalanmasını önerseler de, dünya devrimine havale ettiler devletin parçalanarak federasyon ve konfederasyona dönüşmesini. Katalanya’da ele geçirdikleri iktidarı ise burjuvaziye teslim ettiler. Neticede her iki akım komünizmin inşasının yanına bile yaklaşamadı.

 

BOLŞEVİKLERİN İLK İCRAATLARINA KISACA BAKARSAK;

Bolşevik rejim, Lenin’in “iktidar Sovyetlere” demesine karşın proletaryaya hiç güvenmedi. Lenin belki de işçi sınıfının devleti yönetemeyeceğinin farkındaydı. Zira 1917 Ekiminden üç ay sonra 10 Ocak 1918’de sendikalar kurultayı yaparak, işçi sınıfını önceleri eleştirdiği Taylorcu bant sistemi ile çalışmaya mahkum ettiler. Böylece İşçi Sovyetleri dağıtıldı. Köylü ve Asker Sovyetleri ise güç kullanılarak zorla dağıtıldılar. Yani 1921 yılına gelindiğinde, 1905’lerde Anarşist Volin’in önermesi ile kurulmaya başlayan ve doğrudan demokrasi ile işleyen Sovyet tipi örgütlenmeler, Bolşevik parti kanalı ile tarih oldu, parti kararlarını onaylayan meclislere dönüştü. Partilerinde farklı düşünenlere tahammül edemeyerek parti içi hizipleri de yasakladılar. İlk icraatları zaten Gorki’nin gazetesi dahil basına yasak getirmek olmuştu. Devletçiliğin gereği bu vb. tüm uygulamalarını ve baskılarını “sosyalizmin yüksek menfaatleri” ile gerekçelendirmeyi de hiçbir zaman ihmal etmediler.


YANITLANMAYA MUHTAÇ BAŞKA SORULAR, SORUNLAR DA VAR

İnsan pratiğini yaşamadığı-yapmadığı herhangi bir şeyi öğrenemez. Hatta kolay kolay kabullenemez. Bilgi sahibi olmak ise öğrenmek değildir. Klasik partilerce proletaryanın en diri unsurlarına komünizm hakkında bilgi verilerek, komünist teorileri öğreterek, bilinçlendirilerek komünist olacakları sanıldı. Oysa, komünist olmak için doğrudan demokrasi ile işleyen Sovyet örgütlenmeleri gibi komün yaşamını pratikte yaşamak gerekir. Yani bir insanın komünizmi bilmesi onun komünist olması anlamına gelmez. Kısacası, komünist olabilmek için, (Murray Bookchin’in de altını çizdiği gibi) doğrudan demokratik komünal meclisler kurup, insan olmanın olmazsa olmazı, doğrudan politika yaparak dayanışma, yardımlaşma, paylaşma ve iş birlikleri içinde olmak gerekir diye düşünüyorum. Kısacası sol, devlet iktidarı için yarışı terk edip, büyük insanlığın içinde yaşadığı sorunlara ortaklaşa çözümler üretip, ortaklaşa komünal yaşamı inşa etmelerine ve devleti yerellerden parçalayarak komünal özyönetimlere dayalı federasyonlar ve konfederasyonlar kurmalarına aracılık etmeli. Zira devletler ancak yerellerden parçalanarak sönümlenebilir. Ele geçirilerek değil.

Almanya’da göçmen işçi olarak çalıştığım bir fabrikada, Türkiyeli işçilerce “komünistlerin odası” diye tecrit olmuş bir odayı paylaştığım bir arkadaşla (Çetin Serfidan huzur içinde yatsın) üyesi olduğumuz dernek olan Münih Türk Toplumcular Ocağı adına gazete çıkarıyorduk; Türkiyeli işçilerce “komünistlerin odası” diye uyarılmasına karşın odamıza, gücüne güvenerek (pehlivanmış) 5 vakit namazını da kılan, lojmana yeni gelmiş Abdullah isimli bir arkadaş geldi. Biz, iki kişilik komün yaşamı sürdürüyor, gazetenin ise bütün yazılarını birlikte yazıyor basıma hazırlıyorduk.

Meğer lojmandaki işçiler gazetenin yazılarını bizim yazdığımız değil Rusya’dan geldiğini sanıyorlarmış. Abdullah ise yazıları bizim yazdığımıza tanık oldu. Kurduğumuz komün ise devletin ve anti-komünistlerin yaptığı propagandanın aksine, tanık olarak onu şaşırtmış olmalı ki, diğer işçilere gördüklerini anlatınca önceleri tecrit durumunda olan odamız gazete ve iki kişilik komünümüz sayesinde dernek lokaline dönüştü. Lojmandaki işçilerin tamamına yakını dernek toplantılarımıza da katılmaya başladılar. Birçoğu da üye oldu.

Aradan üç ay geçmişti ki, hafta sonu iş dönüşü koluma girerek “bugün sabaha kadar uyumak yok” demez mi? Ben “hayrola bir durum mu var?” dedim, “Yok, Allah var mı yok mu? Onu tartışmak istiyorum” deyince bu sefer ben, “Tamam sen hapı yutmuşsun ‘Allah’ ile aranda birkaç pamuk ipliği daha kalmış onu da koparalım da rahat et” dedim ve yemekten sonra çayı koyduk; başladık soru-cevap tartışmaya ve müzakereye. Saat bir ya da iki bilemiyorum; Abdullah “haydi yatalım ‘Allah’ mallah yok“ demez mi? Abdullah’ın bir süre sonra TKP’ye üye olduğunu öğrendim. Başka kimler üye oldu bilmiyorum. Çünkü ben o fabrikada 6 ay çalıştıktan sonra Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. Abdullah’ın TKP’ye üye olduğunu izine gelen arkadaşlardan öğrendim.

Abdullah’a ömrü boyunca komünizmi anlatsak, komünizm propagandası yapsak komünist yapma ihtimalimiz imkansız gibi bir şey olmasına karşın, üç ay gibi kısa sürede iki kişilik komüne ve gazete çıkarmamıza tanık olması onun komünist ve Ateist olmasına yetti de arttı bile. (Üstelik biz Abdullah’a ne komünizm propagandası yaptık ne de din hakkında olumsuz bir kelam ettik. Abdullah’ın doğar doğmaz kulağına okunan ezan sesi ve ona öğretilen inanca dayalı zihniyet kalıbı, komünümüz ve faaliyetimiz nedeni ile dağılmış, zihnen özgürleşerek yeni bir seçim yapmıştı.

Yaşanan bu pratikten çıkardığım başka dersler de var. Klasik partilerde insanları komünist yapmak mümkün değil. Zaten partiler komünist olmayanları üye yapmazlar. Üstelik, birkaç üyenin referansı ve deneme süresini başarı ile atlatan üye olabilir partilere. İşçilerin komünist olabilmesini ise doğrudan değil, temsili demokrasi ile yönetildikleri ve yönlendirildikleri sendikalara havale ettiler. Bu nedenle komünal bir meclisin bire bir tanığı ya da üyesi olarak yaşamadan komünist olunamayacağını düşünüyorum


TARİHSEL MATERYALİZMİ SAVUNAN SOL, TARİHTEN DE HİÇ DERS ÇIKARMADI

Devletin beş bin yıl önce karşı devrimle inşa edilmesine karşın Marks, devletli uygarlığı insanlığın ilerlemesi olarak çözümledi. Bu nedenle olmalı devletin önceden parçalanabileceğini öngöremedi. Halbuki emekçiler (Murray Bookchin’in dediği gibi) kentlerin belediyelerinde, kasabalarda ve köylerde doğrudan demokrasiyi işleterek ve doğrudan politika yaparak (ki, Aristoteles boşuna “insan politik hayvandır” dememiş) komünal öz yönetimler inşa edip, devleti önceden altını oyarak parçalayabilir. Üstelik komünal meclisler, söz konusu yaşam alanlarındaki etnik, inanç, kültür, cins ayrımı vb. gibi yapay kimlikler asla sorun olmadan, insanların eşit yurttaş kimliği ile bir arada yaşamasına, sorunlarını ortaklaşa çözmelerinin imkanlarını sunar. Böylece burjuvaların icat ettikleri milliyetçilik, meclislerde yeşermek için zemin bulamayarak anlamsızlaşır. Yine temsili demokrasi doğrudan demokrasi ile, ulus devlet ve parlamentosu ise özyönetime dayalı Federasyonlarla yer değiştirir. Bence solun icadı bu olmalıydı.


NEDEN KAPİTALİZMİN MERKEZİNDE DEVRİM YAŞANMADI?

Avrupa ülkelerinin köy ve kasabalarından kentlere gelen birinci kuşak zanaatkar işçi sınıfı Fransa’da ve Rusya’daki gibi devrimlere öncülük etti., Ancak daha önce köyünde bizdeki imece kültürü gibi komünal ilişkiler yaşamayan ikinci kuşak işçilerin kapitalist sisteme kolay entegre olmaları analiz edilemedi. Burjuvaların saçtığı zehirler (Ulus devlet, milliyetçilik, Temsili demokrasi parlamenter sistem) bu nedenle ikinci kuşak işçilere kısa sürede benimsetildi. Üçüncü ve sonraki kuşaklar ve günümüzün işçi sınıfı ise M. Bookchin’in tespit ettiği gibi sistemin organı haline dönüştü. Fransa ve İspanya dışında Avrupa’da gerçek işçi devrimleri olmadı ise bunun nedenlerini klasik sol çözümleyemedi. Yanı sıra, devrimin neden geri kapitalist ülkelerde gerçekleştirildiğini de çözümleyemedi. Sol, Sovyet tipi örgütlenmelerden övgü ile söz ederken neden benzer örgütlenmeyi gündemine bile almadı? Hatta daha da geliştirmedi? Bu da yanıt bekleyen bir diğer soru.


GÜNÜMÜZÜN TEMEL VE ACİL SORUNU EKOLOJİ

İnsanın vücut ısısı bir buçuk derece artarsa hasta olduğu gibi, canlı bir organizma olan gezegenimizin ortalama ısısı bir buçuk dereceye yakın arttı ve hastalandı. Hatta kanserleşti. Ama Marksist-Leninist sol hala proletarya diktatörlüğü demeye ve kanserli dokunun üstüne komünizm inşa etmeye çalışıyor. Bence geçmişte üretilen ideolojiyi sorgulamaksızın takip ettiklerinden; yani Marksist-Leninist ideolojiyi düşünme kalıpları (Zihniyet) haline getirdiklerinden insanlığa yeni, güncel çıkış yolları da sunamamaktalar. Gezegenimiz ise can çekişiyor. Ya bu gidişe radikal çözüm üreterek insanlığa umut olacağız, ya da burjuvazinin gezegenimizin canlı yaşamını yok etmesine seyirci kalacağız.

 Solun klasik paradigmasından uzak duran ekolojistler ise, radikal bir örgütlenme sistematiği için harekete geçmemekteler ve yakınıp durmaktalar. Oysa toplumsal ekolojiyi amaçlayan komünal meclislerin inşası için somut şartlar hazır. Şayet elimizi çabuk tutarak bunu gerçekleştiremez isek politikayı sağlı sollu klasik politikacılara bırakmaya devam ederek gezegenimizin yok oluşunu seyretmek zorunda kalacağız. Bence ortak sorunlarımıza ortaklaşa çözümler üretebileceğimiz örgütlenmeler çok da zor değil. Burjuvaların icadı olan temsili demokrasi ile işleyen örgütlenmeleri terk edip insan doğasına uygun olan doğrudan politika yapabileceğimiz örgütlenmeler üretmek yani. Klasik sol, günümüz devletlerinin burjuvaların egemenlik aracı olduğunu görmeli ve söz konusu aracı ele geçirerek komünal inşanın başarılamayacağını, ulus devletin ne emekçi halk tarafından ne de proletarya tarafından doğrudan yönetilemeyeceğini, yönetilse bile sönümlenemeyeceğini kabullenmesi lazım. Tabi düşünce kalıplarında zihnini temizlemesi şart. Böylece devletin ancak temsilciler kanalı ile yönetilebileceğini de görür. Temsilcilerin yönetimleri ile komünizmin kurulamadığını, bundan böyle kurulamayacağını da kabullenir. Aksi halde kapitalist sistemin bağışıklığına güç vermekten öte hiçbir işlev göremezler.