'Para ekonomisine dayalı ekonomik büyüme yerine müşterekler yoluyla herkese dağıtılacak refahın  büyütülmesi; eşitlikçiden öte hakkaniyetli ortamlar yaratmamız gerekiyor.'

Türkiye’de ekoloji üzerine yapılan araştırmalar ve yayınlanan eserlerin sayısı son 10 yılda artış gösterdi. Ancak bütün güncel tartışmalara rağmen ekolojik sorunların toplumsal cinsiyet gibi hak mücadeleleri ile çakışma ekseninde yapılan yayınlar, hala çok yetersiz. 25 yıldır dünyanın farklı yerlerinde yaptığı çalışmalarla ekolojik mücadeleye katkı veren yazar/ekofeminist Emet Değirmenci, cinsiyet ve ekoloji sorununa değinen çalışmalarıyla bu alandaki eksikliğin giderilmesine katkı sağlıyor. 2019 yılında Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) ile işbirliği içinde kadın ve ekolojik sorunlar üzerine farklı perspektifleri ve tartışmaları içeren “Doğa ve Kadın: Ekolojik Dönüşümde Feminist Tartışmalar” kitabının editörü Değirmenci ile kitabı ve kadın sorunu ile ekolojik sorunun kesişim noktalarını konuştuk.

***

Aslı Tosuner:  2010 yılında da yine kadınları odağa alan ilham verici bir kitap projesini oluşturup editörlüğünü yapmıştınız. Aradan dokuz yıl geçti ve yeniden bu konuya dair daha kapsamlı bir derleme hazırladınız. İkinci kitabın hazırlanması için motivasyonlarınız neydi ve iki yayın arasındaki farklar nelerdir? Aradan geçen dokuz yılda öne çıkarmaya ve vurgulamaya çalıştığınız konularda önemli değişimler oldu mu?

Emet Değirmenci: Her iki yayın da ekoloji ve kadın odaklı olmasına rağmen arada çok fark olduğunu söyleyebilirim. Birinci kitap sokaktaki kadına dahi hitap edebilecek nitelikteydi. O günden bu yana dediğiniz gibi Türkiye de epey bir bilinç gelişmesi oldu. Dolayısıyla ikinci kitap (Doğa ve Kadın: Ekolojik Dönüşümde Feminist Tartışmalar) ekolojik feminizm neden gerekli konusuna  girip işin felsefesine  ve teorisine de işaret ediyor.

Kitap iki bölüme ayrılıyor. Teorik tartışmaları ele alırsak, ekofeminizm hep özcülük iddiasıyla karşılaşıyor. Bu, ekofeminizme dair yanlış bir anlayış mıdır yoksa ekofeminist yaklaşımların içerisinde özcü ve özcü olmayan iki kanattan söz edebilir miyiz ve elbette sizin yaklaşımınız nedir bu konuda?

Ekofeminizmde kadın ve doğayı özdeşleştiren biyolojik determinist görüş var, evet.  Kadın tanrıçaların gücünden yola çıkıp mitolojiden ilerleyerek kadının erk olduğu anlamda matriarkiyi  geri getirmekle patriarkiye ders verilebileceğini düşünenler var. Kitabı derlerken iki şeye dikkat ettim: İlki antı-kapitalist bir duruşu olması. Bir başka deyişle “kadın neden tüketim toplumun hem öznesi hem de nesnesidir” meselesini sorgulamaya çalıştık. İkinci olarak da  işlediğimiz konular “kadınları nasıl özgürleştirir ve patriarkiyi nasıl sarsar” diye düşündük. Örneğin, kadınların aylık kanamalarında kullanılacak ekolojik petler yalnızca doğaya atık bırakmamakla ilgili değil. Aynı zamanda kadının kendi vücudunu tanıyıp kamusal ve özel alanda vücuduna ve kendine nasıl güvenebileceği, doğal döngüleri utanmadan konuşabileceği, hatta bunu utanılacak hale getiren parriyarkal toplumu eleştirir hale gelebileceğiyle ilgili…

“Kadın üretkenliği, doğurganlığı nedeniyle doğa gibidir” anlayışını ise doğru bulmuyorum. Kitabımız zaten biyolojik determinizm ile görüşlerini net bir şekide  ayırıyor. Evet biyolojimizden gelen farklılıklarımız var ve onlar bizi belli davranışlara yöneltebilir. Fakat neredeyse her şeyin toplumsal  olarak şekillendiğini de göz önünde bulundurmak durumundayız. “Kadın doğa gibidir ne yapacağı belli olmaz” ne demek? Kaldı ki doğa olaylarının dahi belli bir periyodu vardır.

Çok uzun açıklama gerektirebilecek bir konu ama bu durumu açıklamak, duygusal emek kapsamına da giriyor. Kadınların üstünde görünmez emek olarak, adeta kambur olarak taşıdığımız bir durum bu. Bir çatışma varsa kadının ‘doğası gereği’ yumuşak davranması ve çevresini  düşünmesi beklenir. Öyle de yapıyoruz gerçekten. Bu kötü bir şey değil ancak yükün paylaşılması gerekiyor. Patriyarkal toplum erkeği katı ve duygusuz olarak şekillendirirken aynı zamanda özel ve kamusal alanda yaptığı bir dizi etik olmayan şeyin üstünü örtmekten ve görmezden gelmekten yanadır. Oysa kadını patlama noktasına getirecek durumun arkasında yatan neyse, o da duygusal iş bölümü kapsamında  paylaşılmalı. Bu durum erkeğin kendisine de yararlı olabilir. Ayrıcalıklardan yararlanmayı tercih eden erkek öfkemizi artırıyor. Çünkü hem kendilerinin hem de bizim işimizi zorlaştırıyor. Onlara öfkeli olmak da hakkımız! Tabi burada erkek gibi davranan, patriyarkanın değerleriyle hareket eden kadınlar olduğunu da belirtmeliyim. Zaten liberal feminizm bunu destekler niteliktedir. Kadınlar da askere gidebilir vs.

Ekofeminist yaklaşım doğası itibariyle kapitalizme ve onun uzantısı neoliberal politikalara mesafeli durur. Kadın hakları mücadelesi açısından çatışma oluşturabilecek, benim de sık sık tanık olduğum bir konu var. Doğaya dönmek ya da daha ekolojik yaşamak denilince, kadınlar özellikle geçtiğimiz yüzyılda kazandıkları teknolojik temelli bazı konforları kaybetmekten korkuyorlar. Ancak bunlar tüketim kültürünün ve kapitalist üretim biçimlerinin de bir parçası. Ev içi emeği rahatlatan elektronik aletler, kullan-at pedler ve çocuk bezleri vb. modern ürünler, kadınların iş yaşamına dahil olmasını kolaylaştıran araçlar olarak kabul ediliyor. Bu çatışma üzerine sizin düşünceleriniz nelerdir?

Kapitalizm doğayı kaynak deposu olarak görür. Dikkat ederseniz dünya genelinde doğanın yağmalanmaması ve yaşamın savunulması için suyuna, toprağına  tohumuna sahip çıkan çoğunlukla kadınlardır. Yağmalanan doğayı onarmaya yönelik teknik buluşlar erkeğe ait gibi görünse de onların arakasında bir dizi kadının emeği vardır. Görünmez emekten söz ediyorum. Kısacası toplumsal iş bölümünde kadın, öğrenilmiş alışkanlıklar gereği derleyip bir araya getiren, devşirendir. Sofrasına yenebilir otları, şifalı ağaç kabuklarını koyan, yabani balın nerede olabileceğini bilendir. Mezopotamya‘da ilk buğday tohumunu evcilleştirenin, Meksika’da ilk mısır yetiştiren kişinin kadın olduğu dikkate alınırsa tohumu koruyagelen ve kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan ve bu bilgeliği taşıyan genelde kadındır. Neoliberal politikaların patentleme ile ellimizden aldığı bu gücümüzü; para ekonomisi değil ekolojik ekonomi kapsamında geri istiyoruz!

Tüketim kültürünün öznesi de nesnesi de kadındır. Ev içi özel alanında satın alınacaklara kadın karar verir gibi görünür. Aslında bu dahi orta sınıf ve belli haklarını elde etmiş, bütçeden evin ihtiyaçlarına göre harcama gücünü elinde bulunduran kadının etkinlik alanıdır. Alt sınıf kadının değil.

Ben primitivist değilim. İnsani ölçekteki teknolojilere taraftarım. Çünkü cinsiyetten bağımsız olarak teknoloji, özgür düşünmemiz için bize zaman kazandırır. Kullan-at petler taraftarı olmadığım için kitabımızda ekolojik pedler üzerinde durduk. Çocuğumu hazır bezlerle değil kendi elimle yıkadığım bezlerle büyüttüm, mamasını dahi atık üretmemek adına hazır satılanlardan almayıp tohumları ezerek kendim yaptım.

Ekofeminizmin erkeklere yüklediği rol nedir? Erkekler bu hareketin neresinde durmalı ve nasıl insiyatif almalılar?

 Erkeklerin ne yapmaları gerektiğiyle ilgilenmiyorum. Biz kadınlar onlara reçete sunamayız. Doğruyu beslerlerse hep birlikte iyiliği büyütürüz. Kendileri karar verecek nerede duracaklarına ve ne yapacaklarına. Yardım sözcüğünün tartışıldığı dönemdeyiz. Eşine (partnerine) yardım etmek ne demek? İşin doğası gereği paylaşılması en doğal beklenti değil midir?

Kentleşme hala ekolojik sorunları üreten en önemli unsurlardan biri. Doğaya dönüp orada bir yaşam kurmak herkesin planlayabildiği ve imkanının olduğu bir proje olamıyor. Ekofeminizm kentte nasıl bir mücadele yürütebilir, kent bu yönde nasıl dönüştürülebilir sizce? Özellikle de kentte kamusal alan daralırken ve eski komşuluk ilişkileri dağılıp insanlar daha bireyselci bir yaşam tarzına geçmişken…

Mekanın diyalektiğine ve ilişkisine kafa yormuş özgürlükçü Marksist Henry Lefebvre kenti geniş bir ekosistem olarak tanımlar. Yapılacak yapılar ve kullanılacak alanlar ona göre tasarlanmalıdır. Kamusal alan kullanımı renk, dil, sınıf, ırk ve cins olarak demokratik ve eşitlikçi olmalıdır. Lefebvre’nin Türkçeye kazandırılmış Kentsel Devrim, Şehir Hakkı gibi güzel kitapları var.

Çıkardığımız kitaba da Nur Elçik’in kaleme aldığı “Kentli Kadının Ekofeminizmi” başlıklı bir makale aldık. Kentli  kadın çocuğunun, ailesinin, partnerinin sağlık sorunları nedeniyle en çok gerçek ve sağlıklı gıdaya odaklanmış durumda. Ancak hangi kentli kadın ekolojik pazarlara ulaşabiliyor, asıl sorun burada.

Kamusal alanları geri kazanmak için çaba sarf etmeliyiz. Çünkü kadını görünür kılan yerler buraları.  Elbette, bu alanların ne kadar kadın dostu olduğu önemli bir parametre. Bugün Ege köylerinde dahi hala kadın vücudunu küçülterek köy meydanından hızla geçmek zorunda kalabiliyor. Adam kahvede onun acizliğini seyrederken, onu tahakküm altına almanın zevkiyle keyifle çayını yudumlayıp sigarasının dumanını savuruyor. Ev zaten erkek için dinlenme yeridir. Kamusal alanda vücuduna diline eline beline dikkat etmek zorunda bırakılan kadındır.  Geçenlerde  ‘mor cepken’ hikayesini duydum. 1900’lerin başlarında Efelerin cepken yeleği gibi kadınlara da evlenirken sandıklarına bir mor cepken konurmuş. Kadın kocasıyla çözemediği bir sorun yaşarsa, mor cepkeni giyip köy meydanına otururmuş.  Onu üzgün ve öfkeli görenler gelip sorunu anlamaya ve çözüme yardımcı olmaya çalışırlarmış. Öyle sanıyorum ki bu vesile ile köyün kadınları da o kamusal alana çıkabiliyordu.  Belki de bunlar Ege’nin Efe kadınlarıydı, yani kadın haklarının Osmanlı döneminde temelini atanlar… Çoğu kişi  Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün haklarını verdiğini düşünür, ancak bunun arkasında belki de 200 yıla dayanan bir kadın örgütlenmesi vardır.  Bu bağlamda Serpil Çakır’ın Osmanlıda Kadın Hareketi  kitabı çok değerlidir.

Yeni kitabınızda “Ekolojik Feminizm Penceresinden Büyümeme (Degrowth) Ekonomisine Bir Bakış” başlıklı bir yazınız var. Büyümeme ekonomisi tam olarak ne anlama geliyor ve bu yaklaşımı ekofeminist bir perspektifle nasıl birleştiririz? 

 Elbette burada büyümeme hakkında feminist ekonomiye de değinmek gerekiyor. Para ekonomisine dayalı ekonomik büyüme yerine müşterekler yoluyla herkese dağıtılacak refahın  büyütülmesi gerekiyor. Bu, belki reformcu bir yaklaşım gibi görünebilir ama eşitlikçiden öte hakkaniyetli ortamlar yaratmamız gerekiyor.

Büyümeme daha çok gelişmiş ülkelerin gerçeği diyenler olabilir. Ancak gelişmiş ya da geri kalmış olsun kapitalizm eleştirisi de bir ekonomik büyümeme ve adalet vurgusuna dayanır. Ben yazımda daha çok kadının tüketim toplumunun (kapitalizmin) feodal dönemdeki arazi çevirmelerinden itibaren patriyarkada nasıl nesne olarak göründüğünü anlatmaya çalıştım.  Endüstriyel kapitalist hatta militarist erkek egemen toplumun kullan- at mentalitesi, kadın vücudu ve ruhu üzerinde de tahakküm kuruyor. Sahip olma anlayışı… doğaya hakim olma, alt etme, başa çıkma adeta tecavüz kültürü destekler nitelikte. Tıpkı devasa maden ocakları açarak doğanın canına okumak, barajlarla  nehirlerin suyunu hapsedip ekosistemin canlılığını ve çeşitliliğini öldürmek gibi… Doğayı evcilleştirmek, sivilize etmek, bir kadının vahşiliğiyle başa çıkmakla özdeşleştiriliyor.

yy şairlerinden Henry Vaughan’ın şiiriyle ilerlemek istiyorum:

Teslim aldım doğayı, yarıp geçtim her yerini

Kırdım kimsenin dokunamadığı mühürlerini

Rahmini gögüslerini ve başını

Yani tüm gizlerinin saklı olduğu yerlerini parçalayıp açtım.

– (Vanity of Spirit parçasından)

 Ekolojistler genelde, 18’inci yy’ın başlangıcından bugüne; endüstriyel döneme odaklanır. Oysa gerek din, gerek modernleşme ile işin tohumları çok daha önce atılmıştır. Hatta kadına tahakküm; yaşı büyük olanın genç üzerindeki tahakkümü (gerontokrasi), sınıf, ırk gibi en temel hiyeraşik ilişkiler içinde dünyada ilk ortaya çıkan tahakküm ilişkisidir. Neolitik döneme kadar uzanır.

Kitabı buradan indirebilirsiniz.