Toplumsal ekoloji bir çok toplumsal ve ekolojik sorunla birlikte doğayla uyumlu bir yaşamın nasıl gerçekleştirileceği sorusunu gündeme getiriyor. Burada öne çıkan önemli konulardan birisi de teknolojiye bakış açısı. Kimileri teknolojiyi tümden reddederken kimileri de ekolojik krizden kurtuluşu yalnızca teknolojik yeniliklerde görüyor. Bu yazıda teknolojiye toplumsal ekoloji açısından bakmaya ve kimi temel sorulara yanıt bulmaya çalışacağım.

Ekolojik Yıkımdan Teknoloji mi Sorumlu?

Endüstriyel kapitalizmin son iki yüzyılda gelişmesiyle bir yandan her alanda yaratılan kirlilik ve çeşitli zehirlerin doğaya salınmasıyla korkunç bir doğa tahribatı ortaya çıktı; öte yandan da aşırı düzeye varan sera gazları salınımıyla iklim krizine tanık oluyoruz. Ayrıca insan topluluklarının kendi ihtiyaçları için doğal varlıkları aşırı düzeyde kullanması da önemli bir sorun. Tüm bunlar biyoçeşitliliğin giderek azalmasına yol açıyor ve bu gidişat durdurulmazsa insan yaşamını destekleyecek düzeyde biyoçeşitliliğin kalmaması riskiyle karşı karşıyayız. Mevcut ekosistemlerin sürdürülebilirliği büyük ölçüde orada birbirlerini destekleyen farklı türlerin varlığına dayanıyor. Bazı türler iklim değişikliği sonucu başka bölgelere giderse ya da kirlilik veya insanlarca tüketim sonucu ortadan kalkarsa o ekosistem kırılgan bir hale geliyor. Bu süreçler dünyanın bir çok bölgesinde ekosistemleri çökme tehlikesi içine sokuyor.

Öncelikle günümüzdeki bu çok boyutlu ekolojik krizin temel nedeninin teknoloji olmadığını saptamakta yarar var. Murray Bookchin'in şu cümleleri bu konuyu netleştirmeye çalışıyor:

"Amerikalıların yaşadığı deneyimde, benim kuşağımdan yalnızca bir veya iki kuşak önce, insanlar Batı'nın uçsuz bucaksız ormanlarını harap etti, milyonlarca bizonu yok etti, verimli otlakları sabanla sürdü ve kıtanın büyük bir bölümünü çorak hale getirdi -tüm bunları yalnızca balta, basit saban, atlı araçlar ve basit el aletleri kullanarak gerçekleştirdiler. Bir zamanlar geniş ve bereketli bir bölge olan ve akılcı bir yönetimle hem beşeri yaşamı hem de insan dışı yaşamı sürdürme yetisine sahip olan bir yeri şu anki duruma sokmak için hiçbir teknolojik devrime gerek yoktu."

Bu örnekte de görebileceğimiz gibi sorun teknoloji değil, meta ekonomisine ve sürekli daha çok kâr etmeye dayanan toplumsal yapı. Kendi kendine yetmeyi amaçlayan çiftçinin yerini ürünlerini satarak geçimini sağlayan çiftçinin almasıyla daha çok kazanmak için yeni topraklara ihtiyaç duyan ve bu amaçla her şeyi yapabilecek insanları yaratmanın yolu açılmıştı. İnsanları bu yönde harekete geçirerek "ulusal ekonomi" giderek büyütülecekti.

Bunun ötesinde de endüstriyel kapitalizmle birlikte bir yandan çalışanların daha sıkı bir denetim altına alınması için bir çok teknoloji geliştirilirken, zaman içinde bu teknolojilerin boş zamanın artmasına olanak sağladığını da gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu anlamda teknolojinin özgürlükçü potansiyelinin ancak özgürlükçü bir toplumda gerçekleşeceği de unutulmamalı tabii.

 

Tarihte Teknolojinin Rolü

İnsanlığın binlerce yıllık geçmişinde bir çok teknoloji geliştirildi ve bunlar o toplumların etik değerleri temelinde benimsendi ve yaygınlaştırıldı ya da bir kenara itildi. Kimi teknolojiler ise toplumsal yapıların değişmesinde etkili oldu. Sözgelimi Avrupa'da feodal ekonomik yapının yerini kentlerin güçlendiği karma bir ekonomiye bırakmasında yeni tarım teknolojileriyle verimlilik artışının önemli bir rol oynadığı kabul edilir. Bu dönemde pusula gibi kimi yeni teknolojiler de deniz seferlerinde yeni olanaklar yaratmıştır. Bu teknolojilerin çoğunun geldiği Çin'de, Avrupa’dan yaklaşık iki bin yıl önce, M.Ö. 5. yüzyılda feodal yapının kırılmasında da yeni tarım teknolojileri önemli bir rol oynamış olabilir. Bu yapısal değişiklikler toplumsal etiği ve teknolojilere bakış açısını da değiştirdiler. Feodal toplumlar bu anlamda bir durgunluk yaşarken kentlerin güçlendiği toplumlar yeni teknolojilere daha açık oldu. Bu anlamda genel olarak teknoloji ile toplumsal yapılar arasında tek yönlü bir ilişkiden değil karşılıklı bir etkileşimden söz etmek daha doğru olur.

18. yüzyılın ikinci yarısındaki İngiltere'ye baktığımızda ise bir paradigma değişiminden söz etmemiz gerekiyor. O döneme kadar çoğu teknoloji doğrudan onu kullananlarca geliştirilmişken, bu dönemde yoğun bir şekilde başkaları tarafından kullanılarak üretim yapmaya yönelik teknolojilerin geliştirilmesine başlandı. Bunu yapan girişimciler önce verimliliği artırarak üretimde pazar payını artırmayı amaçlıyorlardı. Ancak daha sonra bu, üretimi yapan emekçileri denetimleri altına alarak kendi kârlarını artırmaya yönelik bir çabaya dönüştü.

İngiltere'de önceleri köylüler kendi tezgahlarında üretim yapıyor ve kendilerine yiyeceklerini üretmeye yetecek vakti ayırıyorlardı. Ancak zamanla geliştirilen yeni tezgahlar o denli pahalı hale geldi ki onları ancak kiralayarak kullanabildiler. Ayrıca değil yiyecek üretmeye vakit ayırmak tezgah kirasını ödemek için gece gündüz çalışmak durumunda kaldılar. Bir sonraki aşama ise çalışmak için fabrikaya gitmek oldu. Orada da giderek daha zor koşullarda daha çok çalışmaya zorlandılar. Buna karşı tepkiler Luddite ayaklanmasıyla sonuçlandı.1

Bu süreç daha önce teknoloji denince üretim yapan zanaatçinin uzantısı durumunda olan araçlar anlaşılırken, bunun yerine emekçileri makinaların uzantısı durumuna düşüren teknolojilere yol açtı. Geçmişte kullanılan teknikler üreticinin becerilerini daha iyi kullanmasını sağlıyor, üretim kapasitesini artırıyordu. Ancak yeni teknolojiler üretimi yapanları artık kendi hızlarında istedikleri ölçüde değil, makinaların hızında çalışmak ve üretim yapmak durumunda bıraktılar. O güne kadar teknolojiler toplumsal ihtiyaçların daha iyi karşılanmasını ve toplumsal ilişkilerde uyumu da gözetiyordu. Endüstriyel teknolojilerle birlikte bu duyarlılıklar ortadan kalktı; onun yerini pazarda rekabet gücünü artırma hedefi aldı.

Etik değerlerin etkisini yitirmesi ve kâr güdüsünün hâkim olması o dönemde İngiltere'ye özgüydü ve bunu farklı teorilere dayanarak açıklamak mümkün. Önceki yüzyıllarda İngiltere'de yaşanan iç savaşların ve çatışmalı ortamın etik değerleri yıprattığı söylenebilir. Aynı zamanda bu sürecin devleti zayıflattığı ve kâr güdüsünü öne koyan girişimciler üzerinde bir denetim kalmadığı bir diğer olgu. Bir başka açıklama İngiltere'nin o dönemde kurduğu sömürge sistemini böyle bir sanayileşme olmadan sürdüremeyeceği temelinde geliştirilebilir. Daha önceki sermaye birikimi döngülerine liderlik eden ülkeler kendi topraklarında üretimi geliştiremedikleri için bu liderliği kaybetmişlerdi. İngiltere Hindistan'ı sömürgeleştirirken Fransa'ya karşı zafer kazanmıştı, ancak mevcut sömürgelerini elinde tutabilmesi için onların üretim gücünü yok edip kendisi üretici durumuna gelmek durumundaydı. Hindistan’daki gibi geniş bir üretici nüfus olmadığı için bunu ancak daha ileri üretim teknikleri geliştirerek yapabilirdi.

Sanayileşmenin önünü açan bu süreç nasıl bir etik yokluğundan kaynaklanırsa kaynaklansın sonuçta tarihsel olarak çok yeni teknolojileri birbiri ardına ortaya çıkararak günümüze kadar geldi. Endüstriyel kapitalizm önce tüm Avrupa’ya ve ABD’ye yayıldı. 19. yüzyılın ikinci yarısı elektrik motorlarını ve kimya sanayisinin gelişmesini getirdi. Bu alanların ortaya çıkmasıyla ABD ve Almanya liderliği ele aldı. 20. yüzyılın ikinci yarısı ise bilişim teknolojilerinin ortaya çıkıp tüm teknolojileri değiştirdiği bir dönem oldu. Günümüzde ise yapay zeka bu teknolojileri yeni bir aşamaya götürüyor.

 

Günümüzde Teknoloji

Bilgisayarlar, cep telefonları ve benzeri elektronik cihazların yaygınlaşması ve dünya çapında ağ aracılığıyla birbirine bağlanması günümüzde her toplumda yaşamı köklü bir şekilde değiştirmiş durumda. Bunun iletişimi kolaylaştırmak gibi olumlu yanları olmakla birlikte toplumu kontrol etmek isteyen güçlere geniş olanaklar sağlamak gibi olumsuz yanları da olduğunu vurgulamakta yarar var. Daha kötüsü de belki ihtiyaç duymadığımız bir çok şeyin bu araçlarla "ihtiyaç" haline getirilmesi ve bu şekilde aşırı tüketimin teşvik edilmesi.

Bu teknolojiler sözgelimi tarımda uzaktan toprağın nemi, hatta minerallerin detaylı analizi gibi bilgilerin toplanmasını sağlayarak verimliliği artırmak için kullanılıyor. Ancak bundan çok daha fazla devasa depolarda işçilerin daha hızlı yükleme ve boşaltma yapmalarını sağlamak amacıyla onların hareketlerini kontrol etmek için kullanılıyor. Bu şekilde yeterince verimli çalışmadığı düşünülen işçiler isten çıkarılıyor ya da deneme süresi sonunda işe girme şansını kaybediyor.

ABD'de uzun yıllardır kullanılan sistemlerle tüketicilerin her hareketi devasa veritabanlarında toplanıyor ve insanlar kredi “güvenilirliği” açısından kategorize edilmeyi sağlayacak şekilde puanlanıyor. Böylece kullandığı bir krediyi geri ödemekte zorlanmış olanlara ya da bir kaç kere faturalarını zamanında ödeyememiş olanlara daha yüksek kredi faizleri ve daha yüksek cezalar(geç ödeme cezası gibi) uygulanıyor. Ülkeye yeni gelenler de kuşkulu olarak görüldüğü için aynı şekilde ayrımcılığa maruz kalıyor. Bankalar ve kredi kuruluşları bu şekilde düşük gelirlilere baskı yaparak onların üzerinden daha fazla kâr elde ediyor.

Teknoloji geliştirmek açısından en yoğun çalışılan konulardan biri ise yüzü ve hareketleri uzaktan kamerayla teşhis ederek insanları takip eden ve davranışlarını değerlendiren sistemler üzerinde yapılıyor. Çin'de uygulamaya sokulacak yeni bir sistem tüm vatandaşların yolda karşıdan karşıya nasıl geçtiklerine kadar her davranışını izleyerek onları puanlamayı ve kategorize etmeyi amaçlıyor. Yalnız sokaktaki davranışları değil sosyal medya paylaşımlarının gözlenmesi ile Komünist Partiye yakınlıkları ve bağlılıkları denetlenecek. Bu şekilde farklı kategorilere konulan yurttaşların seyahat etmesi dahi kısıtlanabilecek.

Başta silahlı hava araçları olmak üzere insansız savaş teknolojileri de çok yoğun yatırım yapılan bir başka alan. Savaşlardaki güç dengesi giderek bu alanda daha ileri teknolojilerin uygulanmasına bağlı olarak belirlenecek gibi görünüyor. Gerek silah gerek insanları gözleme teknolojileriyle devlet tahakkümünün güçlendirilmesi ve her türlü tehdite karşı korunması amaçlanıyor. Bu arada savaşlarda kullanılan her türlü bombanın doğada yarattığı uzun vadeli yıkıcı etkileri de unutmamak gerek.

 

Teknoloji ve Tüketim

Geçmişte teknoloji yeni tüketim nesneleri yaratmak için çok kullanıldı. Ancak artık bu yönde tıkanıklık ortaya çıktıkça, daha hızlı ya da daha konforlu ürünler sunacak teknolojilerle tüketimi artırma çabası öne çıkıyor. Yüksek çözünürlüğe sahip kameralar ve ekranlarla donanmış cep telefonlarının gerçekten bir ihtiyaç olup olmadığı tartışmalı iken bunlar sürekli yeni teknolojilerle (G2’den G5’e gibi) daha hızlandırılıyor ve eskilerinin çöpe atılarak yeni ürünlerin satın alınması teşvik ediliyor -hatta bazen zorunlu kılınıyor. İşin ilginç tarafı bu yüksek çözünürlüğe sahip kameralarla çekilen fotoğrafların çoğunlukla yalnızca çok düşük bir çözünürlükle sosyal medya ortamlarında paylaşılması. Ortaya çıkan israfın boyutu kimseyi ilgilendirmiyor, çünkü hizmeti sunanlar yalnızca elde edecekleri kârı düşünüyorlar.

Aslında bir çok ürünün ihtiyaç haline gelmesi insanların devasa megakentlerde yaşamaya zorlanmış olmalarının bir sonucu. Küçük yerleşim yerlerinde yaşam kalitesini artırmaya yönelik yatırım yapılmazken, bu megakentlerde gerek altyapı gerek yaşam maliyetleri çok yüksek. Megakentlerin su ihtiyacı genelde uzaktaki devasa barajlarla karşılanır. Aynı şekilde elektrik ihtiyaçları da devasa santralleri gerektirir. Ulaşımın zorluğu da bireylere yüklenen önemli maliyetlerden bir diğerine yol açar. Aynı zamanda bunlar başka tüketimleri de teşvik eder. Sözgelimi insanlar çok uzun süreleri yolda geçirdikleri için o yollarda onları oyalayacak pahalı telefonlara para yatırmayı bir zorunluluk olarak görürler. Ya da işe gidip gelmek için saatlerce araba kullanıyorlarsa en konforlu arabayı almaları gerektiğini düşünürler. Böylece iklim krizine yönelik çözümler için teknoloji geliştirmek için harcanabilecek milyarlarca dolar, orta sınıfa daha fazla hız ve konfor sağlayacak teknolojileri geliştirmek için harcanıyor.

Bu şekilde kapitalizm bir taşla iki kuş vurmakta. Bir yandan bu megakentleri ayakta tutacak elektrik, doğalgaz gibi enerjiden, yollara kadar altyapı yatırımlarıyla kârlarına kâr katmaktalar; diğer yanda ise o ortamda yaşamı daha çekilir hale getirecek tüketim nesnelerini geliştirerek ve sürekli daha hızlı, daha konforlu hale getirerek kârlarını artırıyorlar. Bu arada kimse sözgelimi G5 teknolojisiyle dünyanın öbür ucunda çekilen bir fotoğrafa ya da videoya saniyeler içinde erişimin neden gerekli olduğunu sorgulamıyor. Bu denli yüksek bir hıza gerçekten ihtiyaç var mı? Ya da neden böyle bir maliyete ve yaratılan doğa kirliliğine katlanıyoruz?

 

Alternatif Teknolojiler ve Enerji

Daha önceki bir yazımda şu tanımı yapmıştım:

Alternatif teknoloji, merkezileşmeye ve hiyerarşik egemenliğe hizmet etmek yerine, yerel, doğayla uyumlu ve insanı özgürleştirme potansiyeli olan bir teknoloji olarak tanımlanabilir.” 2


Alternatif teknoloji denilince uzun bir dönem akla daha çok yenilenebilir enerji teknolojileri geldi. Güneş enerjisinin farklı yollarla kullanılmasını sağlayan teknolojiler ya da rüzgarın veya deniz dalgalarının elektrik üretiminde kullanılması en yaygın örneklerdi. Bir diğer yaygın örnek ise biyogazın mutfakta ve su ısıtmakta kullanılması oldu. Bunlar hem çevre tahribatına hem de küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtlara alternatifdir. Günümüzde kapitalist şirketlerin de bu alanlara el atmış olması ve bu teknolojileri merkezi projelerle kendi tekellerine almaya çalışması bu teknolojileri nereye koymak gerektiği konusunda soru işaretleri ortaya çıkarıyor.

Öncelikle yenilenebilir enerji teknolojilerinin başlangıçta tamamen yerel ve topluluk ihtiyaçlarını karşılayacak boyutta düşünüldüğünü ve geliştirildiğini belirtmekte yarar var. Bu şekilde topluluk denetiminde, yerinde enerji üretimi için uygulandığı sürece bunların sürdürülebilir bir yaşama hizmet edeceği açıktır. Topluluk denetimi onların sermaye tarafından doğayı talan etmek için ya da sürdürülemez bir şekilde kullanılmasını engelleyecektir. Ayrıca topluluklar doğayla uyumlu olması çok daha zor olan merkezi projelerdense daha küçük boyutlu yerel projeleri tercih edecektir.

Ekolojik bir bakış açısı yaygınlaşırsa güneş enerjisi çok farklı şekillerde kullanılacaktır. Sözgelimi pasif güneş evleri bu konuda önemli bir potansiyel taşıyor. Bu evler güneş alan cephede cam yüzeylerin artırılmasıyla enerjiyi depolayacak ya da evin diğer bölümlerine aktaracak sistemler içerir. Yazın ise alınan güneş enerjisinin en aza indirilmesi ve doğal havalandırma amaçlanır. Pasif güneş evleri bu amaçlara uygun ev tasarımlarıyla, güneş enerjisini en yüksek düzeyde değerlendirerek, başka türde enerji ihtiyacını her mevsimde minimize eder.

Güneş enerjisinin evlerin çatısında kurulan panellerle sıcak su ya da elektrik üretimi için kullanılması da merkezi santrallere göre daha verimlidir. Elektrik tesisatında yapılacak değişikliklerle üretilen düşük voltajlı elektrik yüksek voltaja çevrilmeden daha verimli olarak kullanılabilir. Ayrıca merkezi sistemlere göre iletimde yaşanan kayıplar da minimuma indirgenir.

Rüzgar santralleri (RESler) Türkiye'de bir çok yerde aynı zamanda ormanların talan edilmesi amacını taşıyor. Ancak dünyanın çoğu bölgesinde bu konuda duyarlılık gösterilen uygulamalar var. Sözgelimi Avustralya'nın Güney Avustralya eyaleti 15 yıl içinde çoraklaşmış tarım arazilerine kurulan rüzgar santralleriyle ve ağırlıkla evlerin çatılarına kurulan güneş panelleriyle elektrik üretimine geçerek, tüm canlılar üzerinde ölümcül etkileri olan kömür santrallerini kapattı. Üstelik bunu doğal gazın elektrik üretimindeki payını da düşürerek gerçekleştirdiler ve yenilenebilir enerjinin eyaletin toplam elektrik üretimindeki payı yüzde 70'e çıktı.3 Tabii ki merkezi rüzgar santralleri yerine yerel toplulukların ihtiyacını karşılayacak boyutta türbinler tercih edilmeli, ancak ilk aşamada kömür santrallerinin kapatılmasını sağlayan bu adım da desteklenmesi gereken önemli bir kazanım. Çünkü iklim krizi giderek o kadar acil bir sorun haline geliyor ki ekolojik bir toplum kurunca bu krizi aşarız diyebilecek bir konumda değiliz. Her ne kadar ancak ekolojik bir toplum bu soruna köklü bir çözüm bulabilirse de sera gazı emisyonlarının bugünden azaltılması için elimizden geleni yapmak durumundayız.

 

Açık Kaynak Teknolojiler

Günümüzde teknolojiler çoğu durumda şirketlerin denetimi altında kapalı kapılar ardında geliştirilmektedir. Kâr amacının öne çıkması bunu “doğal” hale getirmiştir. Pazar payını artırmaya yönelik olarak yürütülen bir etkinliğin sonuçları tabii ki toplum genelinden saklanacaktır. Ancak bu teknolojiler insanlığın binlerce yıllık deneyim ve bilgi birikimine dayanmaktadır. Bu birikim, herhangi bir karşılık ödenmeden kullanılırken, üretilen yeni teknolojilerin şirketin mülkü olarak görülmesi ve saklanması hiç de doğal değildir. Aksine hırsızlık olarak görülmelidir. Oysa şirketler bunu kendi mülkü olarak görmekte ve paylaşacaklarsa ancak yüksek bedellerle satmaktadırlar. Bu maliyet bir yandan tüketicilere yansıyor bir yandan da küresel Güney ülkelerinin sömürülmesinin bir aracı haline gelmiş durumda.

Buna karşı alternatif teknolojilerin yaygınlaştığı bir alan kaynak paylaşımına dayanan ve kolektif bir katılımla geliştirilen teknolojilerdir. Başlangıçta bu özgür yazılımlarla birlikte ortaya çıktı.4 Örneğin Linux tabanlı işletim sistemleri, Microsoft Windows’a ve şirket tekelinde olan UNIX sistemlerine alternatif oldu ve oluyor. Özgür yazılımlar hem son tüketicileri şirket tekelinde olan yazılımlara ücret ödemekten kurtarabiliyor hem de küresel Güney ülkelerini Batılı şirketlere milyarlarca dolar lisans ücreti ödemekten kurtarıyor. Üstelik yaygın bir katılımla geliştirildikleri için daha güvenli ürünler sunabiliyor. Örneğin Whatsapp cep telefonlarından topladığı verileri diğer şirketlerle paylaşırken kişisel bilgilerin güvenliğini riske sokuyor, oysa Signal ve diğer açık kaynak kodlu uygulamalar daha yüksek bir güvenlik sağlıyor.

Bu teknolojiler bir çok katılımcının web üzerinden kendi katkılarını paylaşarak geliştirdiği tasarımlarla ortaya çıkıyor. Hiyerarşinin olmadığı bu ortamlar gönüllülük temelinde katılanlarca yürütülüyor. Bunlar kimsenin tekelinde olmayan ve isteyenin alıp uygulayabileceği teknolojiler olarak dünyanın her tarafında yaygınlaşıyor.

Günümüzde bu türde teknolojiler çeşitli cihazların ve araçların yapımında da yaygınlaşıyor. Üç boyutlu yazıcılar en çok bilinen ve yaygınlaşan örnek. Amaç seri ve hızlı üretim değil, topluluk ihtiyaçlarının karşılanması. Sözgelimi kovid-19 pandemisi sırasında seri üretime yönelik teknolojiler kısa sürede yeni ihtiyaçları karşılayamazken, üç boyutlu yazıcılar kısa sürede geliştirilen tasarımlarla önemli bir boşluğu doldurdular.5

Bu teknolojiler bir uçta plastik ürünlerin ve parçaların herkes tarafından evde üretilmesine olanak sağlarken, diğer uçta düşük maliyetli ev, hatta köprü yapımında kullanılıyor. Çiftlik aletlerinden endüstriyel makinalara kadar çeşitli araçların üretiminin piyasa değerlerinin çok altında yapılmasına olanak sağlayan örnekler var.6 Yerel topluluklar paylaşılan tasarımları kullanarak kendi üç boyutlu yazıcılarını ve onları kullanarak da diğer araçları üretebiliyorlar. Üç boyutlu yazıcılar tüm parçaları üretmeyi sağlamıyor, ancak özgün parçaların üretimini sağlıyor ve piyasadan temin edilebilecek standart parçaların yardımıyla son ürünün ortaya çıkmasına olanak veriyor.

 

Özgürlükçü Ekolojik bir Toplumda Teknoloji

Geçmişteki ve günümüzdeki gelişmeler temelinde geleceğe yönelik öngörülerde bulunabilir miyiz? Teknoloji bu anlamda zorlu bir alan, çünkü sürekli yeniliklerin olduğu ve kavramların dahi sürekli değiştiği bir alan. Ancak bazı temel öngörülerde bulunabiliriz. Her şeyden önce insanlık ekolojik bir topluma yöneldikçe bu süreç aynı zamanda üretimin amacının da değişmesini getirecektir. Doğanın bir parçası olan insan, onunla uyumlu bir yaşam kuracaksa içinde yer aldığı üretimi her ne pahasına olursa olsun verimlilik ve ürün kalitesi temelinde örgütleyemez. Aksine üretim bir yandan doğa tahribatına yol açmamalı öte yandan da insan doğasını köleleştirici bir süreç olmamalıdır. Günümüzde fabrika gibi endüstriyel ortamlar insanı mekanik araçların bir parçası haline getiriyor. Otomasyonla bu ortamlardan kurtulan insanlar ise çok da farklı olmayan hizmet sektörü işlerinde çalışıyor. AVMlerde gün boyu bir şeyler satmak için uğraşmak ya da güvenlik görevlisi olarak buraları beklemek bir insanın yaratıcı ve üretken potansiyellerini gerçekleştirmesini sağlayamaz. Sabahtan akşama kadar satış ya da ödeme rakamlarıyla uğraşıp raporlar hazırlamak da gerçekte üretime bir katkı değil.

Ekolojik bir toplumun çalışmayı ve üretimi çok farklı bir şekilde ele alacağını; insanların kendilerini körelten bu tür işlerden kurtulacağını ve açık kaynak teknolojilerin geliştirilmesi süreçlerine daha yaygın olarak katılıp doğrudan üretici konuma geçeceklerini öngörebiliriz. Bu şekilde teknoloji, verimliliği değil insanı özgürleştirmeyi öncelikli olarak amaçlayacaktır.

Alternatif teknolojilere yönelim tabii ki endüstriyel imalatla sınırlı kalmayacaktır. Endüstriyel tarım da yerini gerek kırsalda gerek kentlerdeki topluluk bahçelerinde ve evlerin bahçelerinde agro-ekoloji uygulamalarına bırakacaktır. Küçük boyutlu makinalarla desteklenecek bu tarım etkinlikleri toprağı yeniden canlandıracak yöntemlerin yaygınlaşmasını sağlayacaktır. Toprağın kimyasal ilaç ve hormonlarla kirlenerek giderek kuma dönüşmesi süreci tersine çevirilecek, toprak yeniden organik bütünlüğünü kazanmaya başlayacaktır.

Tüm bunların önünün açılması ise devlet ve şirket bürokrasilerinin tasfiyesini gerektiriyor. Bürokrasi tasfiye oldukça megakentlere, onların dayandığı plazalara ve AVMlere ihtiyaç ortadan kalkacaktır. Bürokrasinin yaptığı planlamanın yerini halk meclislerinde alınan kararlarla oluşturulan planlar alacaktır. Yerel topluluklar kendi kendilerini ağlar içerisinde koordine edecek, gerekli paylaşımlar ve alışveriş kaşılıklı görüşmelerle gerçekleşecektir.

Böylesi bir koordinasyon yerel üreticileri güçlendirir. Yalnızca belirli bir zorunluluğu olan ürünler merkezi olarak üretilip dağıtılır. Muhtemelen çok standart ve değişmeyeceği öngörülen (sözgelimi vida, çivi ya da iplik gibi) ürünler bölgesel düzeyde merkezi fabrikalarda üretilir. Ancak bu üretimin neredeyse tümüyle otomatik hale gelmesi beklenebilir.

Tüm bunlar insanları makinaların kontrol ettiği ve onun uzantısı olan üreticiler olmaktan çıkaracaktır. Aksine geçmişteki gibi olmasa da üç boyutlu yazıcılar ve benzer araçlar, zanaatçinin kullandığı araçlar gibi insanın üretim gücünü artıran, onun uzantısı olan teknoloji araçları konumuna gelecektir. Bu araçlar tasarım kütüphaneleriyle birlikte, geçmişteki zanaatçinin, sınırlı sayıda farklı ürün üretme kısıtını aşmış ve neredeyse sınırsız üretim becerisi olan zanaatçiye evrilmesini (ya da yeniden ortaya çıkmasını) sağlayacaktır.

İlk anda böylesi bir geçiş yoksullaşma ya da yaşam kalitesinde düşüş getirir mi sorusunu uyandırabilir. Ancak megakentlerin ve ona dayanan ekonominin, ademimerkeziyetçi tarzda yeni baştan örgütlendiği bir toplumda geçmişte üretilen bir çok ürünün gereksiz olacağını ve bunlar üretilmediği için büyük bir kaynağın ve enerjinin açığa çıkacağını unutmamak gerek. Savaş sanayisinin tasfiyesi, otomobil ihtiyacının çok düşük bir düzeye inmesi, bunlara bağlı olarak ulaşım için enerji ihtiyacının eskiye oranla çok az olacağı en çarpıcı örneklerdir. Tüm bunlar sera gazı emisyonlarını da hızla aşağıya çekecektir. Açığa çıkan üretim potansiyeli ise üç boyutlu yazıcılar, herkese yetecek bisiklet ya da küçük elektrikli araçların ve benzeri ihtiyaçların üretimi için yeterli olacaktır.

Dolayısıyla teknoloji kendi başına çözüm olamaz. Ama özgür bir ekolojik toplumu günümüzün köleleştirici teknolojileri temelinde kurmayı beklememek gerek. İnsanın insan üzerinde tahakkümünü güçlendirmek için geliştirilen teknolojiler ancak daha farklı teknolojilerin geliştirilmesi için bir sıçrama tahtası işlevi görebilir. Sonuçta yaygınlaşması beklenen ise bugün alternatif teknoloji olarak tanımladığımız, insanı özgürleştiren ve yaratıcı potansiyelini açığa çıkartmasına hizmet eden, ademimerkeziyetçi bir örgütlenmeye uygun olan teknolojilerdir.

1 Bu konuya daha önceki bir yazımda daha detaylı değinmiştim: Teknolojii: Nasıl Geliştirildi? Nasıl Geliştirilmeli?, Toplumsal Ekoloji, Sayı:2, sf:99, web ulaşımı için http://www.ekoloji.org/dergi/sayi2/02_12TE_teknoloji.pdf

2 a.g.y. sf:105

3 Ronald Brakels, South Australia Reaches 70% Renewables, solarquotes.com.au, https://www.solarquotes.com.au/blog/sa-renewables-milestone/ (Son Erişim: 15/11/2022)

4 Daha fazla detay için: Abdullah Anar, Özgür Yazılım ve Özgür Gelecek, Toplumsal Ekoloji, Sayı:4, sf: 38 ya da http://www.ekoloji.org/dergi/sayi4/te04_ozgur%20yazilim%20ve%20ozgur%20gelecek.pdf

5 Payar Radfar et al, The role of 3D printing in the fight against COVID-19 outbreak, Future Medicine, https://www.futuremedicine.com/doi/10.2217/3dp-2020-0028 (Son Erişim: 15/11/2022)

6 Machines: Global Village Construction Set, open source ecology , https://www.opensourceecology.org/gvcs/ (Son Erişim: 15/11/2022)

Bu yazı Ekolojik Yaşam dergisinin Toplumsal Ekoloji temalı birinci sayısında Ocak 2023'te yayınlanmıştır