ABD'li elitlerin hazırladıkları 2030 yılına yönelik küresel eğilimler raporunun açıklandığı bugünlerde ilerici ve devrimcilerin de kendi öngörülerini tartışmasında ve kamuoyuna duyurmasında yarar var diye düşünüyorum. Aslında ABD'nin açıkladığı eğilimlerin bir çoğu daha önce AB'nin 2030 küresel eğilimler raporunda zaten vardı. Detaylara girmeye hiç niyetim yok ama ABD'nin raporu Çin'in yakın bir zamanda dünyanın en büyük ekonomisine sahip olacağını kabul etmesi açısından ilginç. Çünkü daha 4 yıl önce yayınlanan 2025 raporu Çin'in 2025'te ikinci ekonomi olacağını öngörüyordu. 2008'de yaşanan durgunluğun bir çok kişi için kafa açıcı olduğu buradan anlaşılıyor.

Peki bizim açımızdan şu ya da bu kapitalist ülkenin şu ya da bu ölçüde güçlenmesi neden önemli? Sonuçta hepsi kapitalist ekonomiler değil mi?

Bu sorulara iki açıdan yanıt vermek olası. Birincisi uluslararası dünya düzeni açısından hangi ülkelerin daha fazla güç kazanacağı ve daha fazla etkili olacağı bir çok açıdan önemli. İkincisi ise kültürel anlamda yükselen güçlerin toplumsal değişimi nasıl etkileyeceği irdelenmesi gereken önemli bir konu.

Dünya düzeni açısından baktığımızda bu kavrama sömürgecilik ve küreselleşme çerçevelerinde bakış zorunlu oluyor. Endüstriyel kapitalizmin beşiği olan İngiltere doğrudan sömürgecilik döneminde dünya lideri konumundaydı. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun hegemonyası tüm kıtalara yayılmıştı. II. Dünya savaşıyla birlikte İngiltere bu konumu ABD'ye bıraktı. Bu liderlik değişimi aynı zamanda doğrudan sömürgecilikten yeni sömürgecilik dönemine geçişin de başlangıcı olmuştu. Diğer yanda ise kapitalist sistemle reel sosyalizm arasında kutuplaşmış dünya düzeninin başlangıcıydı bu. Sovyetler Birliği artık izole edilmiş bir devlet konumundan çıkıp "Dünya Sosyalist Sistemi"nin lideri konumuna gelmişti. Ancak bu çok uzun sürmedi. 1980'lerle birlikte reel sosyalizm çökmeye başladı ve bu ülkeler sırayla kapitalizme geçiş yaptılar.

1990'lardan bu yana tek kutuplu, ABD'nin hegemonyası altında olan bir dünya düzeni içinde yaşıyoruz. Ancak her iki küresel eğilimler raporunda da artık bunun sonuna gelindiği ve çok merkezli bir dünyaya doğru gidildiği kabul ediliyor. 2030'da varlıklar itibarıyla da Çin'in en güçlü ekonomiye sahip olacağı, onu ABD ve AB'nin izleyeceği, ardından gelen Hindistan'ın da aynı düzeyde etkili olacağı öngörülüyor. Onları izleyen Brezilya ve Endonezya gibi bölgesel güçlerin de etkilerini artıracağı varsayılıyor.

Bugünlerde Irak'ta yıllarca savaştıktan sonra fazla bir şey elde edemeden çekilen ABD'nin Ortadoğu'da dahi etkisinin nasıl kırıldığına tanık oluyoruz. 2030 için öngörülen böyle bir dünyada yeni sömürgeci manipülasyonların ne ölçüde işe yarayacağını bugünden görmek mümkün. Çok merkezli bir dünyada turuncu devrimlere, askeri müdahalelere bir küresel gücün tek başına kalkışması olanaksız olabilir.

Yeni dünya düzeninin nasıl şekilleneceğini bugünden kestirmek olanaklı değil elbet. Ancak sömürgeciliğin çok farklı bir şekil alacağını söyleyebiliriz. Arif Dirlik bu yıl yayınlanan "Küreselleşmenin Sonu mu?" adlı kitabında sömürgeciliğin artık bir ulusun diğeri üzerinde olan bir ilişkisi olmaktan çıkıp bir devletin bir yeri sömürgeleştirmesi şeklinde gerçekleşeceğini öngörüyor. Küreselleşmeyle birlikte tüm devletlerin kalkınmasalcılığı benimsediği bir dünyada sömürgecilik ülkeler için artık dışsal değil içsel bir olgu haline geliyor.

Çok merkezli ve devletlerin küresel güç yarışı içinde konum kapmaya çalıştıkları böyle bir dünyada her devlet kendi içindeki yerleri daha fazla sömürgeleştirmek için gönüllü olarak çabalayacaktır. Başka bir deyişle her ülkenin egemen elitleri kalkınmacı bir bakışla bunu gönüllü olarak uygulamaya girişecektir. Bunun sömürgecilikten de yeni sömürgecilikten de farklı bir sistem olacağını bugünden öngörebiliriz.

Kültürel etkilere gelecek olursak Arif Dirlik bu konuda çok geniş bir teorik perspektif getiriyor. Küresel modernite olarak adlandırılan modernitenin küreselleşme sonucunda aldığı şeklin iç çelişkilerini ortaya koyarak 'küreselleşmenin sonuna mı geldik?' sorusunu ortaya atıyor.

Avro-Amerikan hegemonya gerek sömürgeci gerek yeni sömürgeci dönemde Avro-moderniteyi tüm dünyaya yayarak hakim olmaya çalışırken kaçınılmaz olarak kalkınmacı bir ekonomi anlayışını tüm devletlere benimsetti. Bunun sonucunda da karşısında yalnız Avro-moderniteyi benimsemiş ülkeleri değil farklı moderniteler yaratan ülkeleri de buldu. Birincilerle yalnızca ekonomik bir rekabet sözkonusu, ama ikincilerle kültürel bir rekabete de girmek durumunda.

Oysa modernizmin özünde evrensel değerler yaratmak vardı. Avro-modernite evrensel değerler yaratabilmiş olsaydı birden fazla küresel modernite sözkonusu olamazdı. Burada bu modernitelerin küresel moderniteye seçenek olmadıklarını, yalnızca onu çeşitlendirdiklerini vurgulamakta yarar var. Bu anlamda küresel modernitenin aşılmasına yardımcı olacakları konusunda herhangi bir ipucuna sahip değiliz. Tam aksine mevcut küreselleşmeye güç katacakları ve onun ömrünü uzatacakları aşikar.

Ancak küreselleşmeyle birlikte beklenen homojenleşmenin gerşekleşmeyeceği, aksine geçmişte Üçüncü Dünya olarak adlandırılan gruptaki ülkelerden küresel güç haline gelenlerin kapitalizmin gelişmesine yarattıkları çeşitlilikle katkıda bulunacaklarını öngörebiliriz. Bu çeşitlilik yalnızca kültürel alanda değil muhtemelen politik ve ekonomik alanlarda da görülecektir. 2008 mali krizinin ertesinde Çin'in ABD yönetimini devlet müdahalesine zorlaması bu konuda bir ipucu olabilir.

Çin ve Hindistan başta olmak üzere günümüzün 'geri kalmış' ülkelerinde yüz milyonları bulan orta sınıfın ortaya çıkması buralardaki politik atmosferi de değiştirecektir. Bugüne kadar ABD'de yaygın olarak görülen ülkesinin başarılarından ötürü kendine güven ve gurur duygularına benzer duygular muhtemelen daha ulusalcı bir biçimde yükselen ekonomilere sahip ülkelerin orta sınıflarında gözlemlenecektir. Burada orta sınıf derken klasik sınıf konumundan bağımsız olarak düzenli ve tatminkar bir gelire sahip toplum kesimini kast ediyorum. Bu kesim gelir ve yaşam kalitesi açısından ABD ve Avrupa'da yükselemeyecektir. Bu da oralarda daha fazla gerginliğe yol açabilir. Bugünün Üçüncü Dünyasında ise sayıları ve gelirleri artan bu kesimin toplumsal değişim açısından tutucu bir rol oynaması muhtemeldir.

Bizim daha çok odaklanmamız gereken konu ise küresel moderniteye nasıl bir seçenek yaratacağımız ve bu seçeneğin nasıl yükseltilebileceği olmalı. Arif Dirlik "Küreselleşmenin Sonu mu?" adlı kitabında bu konuda da açılımlar getiriyor. Görüşlerine katılalım ya da katılmayalım ortaya attığı sorularla tartışmaya önemli bir katkı sağladığını düşünüyorum.

Kitapla ilgili daha fazla bilgi aşağıdaki linklerde bulunabilir.

http://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitapDetay-612-kuresellesmenin-sonu-mu.html

http://www.birgun.net/elestirelkultur_index.php?news_code=1327068140&day=20&month=01&year=2012