Arkeologlar İndus Uygarlığında Yönetici Bir Sınıfa Dair Neden Kanıt Bulamıyor?
Yazar: Adam S. Green
Bu makale Independent Media Institute'un bir projesi olan Human Bridges tarafından hazırlanmıştır.
Bir asırdan biraz daha uzun bir süre önce, İngiliz ve Hintli arkeologlar İndus Vadisi'nde daha önce bilinmeyen bir uygarlığın kalıntılarını kazmaya başladılar. Pakistan ve Hindistan'ın bazı bölgelerini kapsayan ve Afganistan'a kadar uzanan bu bölgede kaşiflerin ortaya çıkardığı kültür, eski Mısır ve Mezopotamya'dakilerle aynı zamanda var olmuştu ve çok daha geniş bir alanı kapsıyordu. Aynı zamanda şaşırtıcı derecede gelişmişti: karmaşık ve sofistikeydi, büyük, özenle düzenlenmiş şehirlere, nispeten varlıklı bir nüfusa, yazıya, su tesisatına ve banyolara, geniş ticaret bağlantılarına ve hatta standartlaştırılmış ağırlık ve ölçülere sahipti.
İndus Vadisi Uygarlığı nasıl bir toplum olarak biliniyordu? Orada kimler yaşıyordu ve kendilerini nasıl organize ediyorlardı? Arkeologlar ve diğer uzmanlar bu soruları bugün de soruyor, ancak ilk kaşifler bazı benzersiz özellikleri çoktan fark etmişlerdi.
Depremin Böylesi Bir Afet Haline Gelmesi Kaderimiz mi?
Yakın zamanların en büyük depremlerinden birini ülkemizde yaşadık. Gerçek insan kaybını muhtemelen hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Resmen açıklanan kayıp sayısı her geçen gün artıyor. Binlerce çocuk öksüz ya da yetim kaldı. Binlerce anne, baba onca emek ve sevgiyle büyüttükleri çocuklarını kaybetti. Evsiz kalmak, anıları kaybetmek ayrı bir acı.
Genelde bunca kayıptan sorumlu olarak yanlış yerleşim yerleri planlarından, kurallara uygun yapılmayan binalardan, denetimlerin yapılmamasından söz ediliyor. Gerçekten de dere yataklarına, daha çok tarıma uygun olan alüvyonlu arazilere yerleşimlere izin verilmeseydi kayıplar daha az olurdu. Yeni binalar kurallara uygun yapılsaydı, yapılmayanlara denetim sonucunda yerleşmeye izin verilmeseydi binlerce yaşam kurtulurdu. Daha ötesi depreme uygun olmayan iskansız binalarda yaşayan insanlara, depreme karşı dayanaklılık önkoşulu aranmadan uygulanan imar afları ile artık bir sorun olmadığı ya da sorunlarının çözüldüğü söylendi.
Güney Halklarından Ekososyal Enerji Dönüşümü için Manifesto
Liderlere, kurumlara ve kardeşlerimize bir çağrı
COVID-19 salgınının patlak vermesinden iki yıldan fazla bir süre sonra -ve şimdi Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin feci sonuçlarıyla birlikte- bir "yeni normal" ortaya çıktı. Bu yeni küresel statüko, sosyal, ekonomik, siyasi, ekolojik, biyo-medikal ve jeopolitik olmak üzere çeşitli krizlerin kötüleşmesini yansıtıyor.
Çevresel çöküş yaklaşıyor. Gündelik yaşam giderek daha da askerileşmiştir. İyi gıdaya, temiz suya ve uygun fiyatlı sağlık hizmetlerine erişim daha da kısıtlı hale geldi. Daha fazla sayıda hükümet otokratikleşti. Zenginler daha zengin, güçlüler daha güçlü hale geldi ve düzenlenmemiş teknoloji bu eğilimleri yalnızca hızlandırdı.
Nükleer Füzyon: Yutturmacaya İnanmayın!
Sadece mega ölçekli, teknoloji yoğun bir yaklaşımın mevcut fosil yakıt bağımlı enerji altyapımıza uygulanabilir bir alternatif olabileceğine inananların bir başka girişimidir.
Yazar: Brian Tokar
[San Fransisko] Körfez Bölgesi'ndeki Lawrence Livermore Ulusal Laboratuarı'ndaki araştırmacılar, kısa bir süre önce dramatik bir bilimsel ve mühendislik atılımıyla, küçük bir reaktör kabına doğrudan enjekte edilenden daha fazla enerji üreten bir nükleer füzyon reaksiyonu üretme konusunda uzun zamandır amaçlanan hedefe ulaştılar. Hemen ertesi gün, siyasi yelpazedeki uzmanlar bu buluşu enerji üretiminde yeni bir çağın habercisi olarak lanse ediyor ve sınırsız, düşük etkili füzyon enerjisinin geleceğinin belki de birkaç on yıl uzakta olduğunu öne sürüyorlardı. Ancak gerçekte, ticari olarak uygulanabilir nükleer füzyon, 1980'lerde kapalı -yani güneşte ya da bir bombada meydana gelmeyen- füzyon reaksiyonunun ilk kez başarıldığı zamankinden son derecede küçük bir şekilde daha yakındır.
Savaş En Büyük Ekolojik Yıkımdır!
Doğa ve yaşam savunusunun sınır tanımayan anlayışıyla, yeryüzünün bir bütün ve tüm canlıların yaşam hakkı olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. İnsanlığın ve doğanın ihtiyacı daha fazla bomba, daha fazla kimyasal, daha fazla ölüm değildir.
Biliyoruz ki doğanın can çekiştiği bu sürece, kapitalizmin savaş politikalarıyla gelindi. Yakın tarihte tüm dünyada yüz milyona yakın insanın öldüğü ve silah üretiminin ortaya çıkardığı ekolojik yıkımın büyük sorunsalıyla karşı karşıyayız.
13 Kasım 2022’de İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde patlatılan bomba sonrası ortaya çıkan bulgulara ve çelişkilere rağmen, gerçeklerin açığa çıkmasına olan direnç, iktidarın açlık ve yoksulluk artarken dahi savaş ve saldırma politikasındaki inadını gösteriyor.